>

DİĞER HABERLER

Soyunmaya hazır mıyım?

"Üniversitenin ilk yılında kafayı yazmakla bozmuştuk. IQ’su testlerde 156 çıkan sevgilim, bir gün beni barakasına çağırdı." Mürsel Sezen'in yazısını okumak için tıklayın.
 
   
 
 
     
Soyunmaya hazır mıyım?

Üniversitenin ilk yılında kafayı yazmakla bozmuştuk.
IQ’su testlerde 156 çıkan sevgilim, bir gün beni barakasına (ev demeye bin şahit isteyen öğrenci evi) çağırdı. Yazdıklarını gösterecekti. Önüme bir tomar kağıt fırlattı.
Okudukça dudağım uçukladı. Tasfirler Bedri Baykam’ın anadan üryan resimlerini andırıyordu, yazı dili ise Hulki Aktunç’un üslubuyla eküriydi.

Utanmıştım.
“Yazacaksan soyunmaya hazır olmalısın” dedi.
“Sen, soyunmuyorsun!”
Bu beni terk ettiği andı. İki aydır benden daha iyi yazmak için uğraşmış, önüme attığı roman müsfettesiyle benden iyi yazdığı sonucuna varmış ve beni “bitirmişti.”
Bu Selahattin Duman amcanın başına gelseydi döşeneceği güzel bir yazı ile adamın önce midesine oturur, tatlı niyetine de bi güzel dalga geçerdi.
Benim talihsizliğim adama aşık olmamdı.
Soyunamayınca, çöktüm.
Yıllarca daha iyi yazacağım diye kasım kasım kasıldım da yine de fayda etmedi.

Yazılarımı ikiye ayırıyordum, kendime ait, kimsenin okumaması gereken sansürsüz yazılarım ve ele güne okutulacak sansürlü yazılarım.
Bir çok kez kendime yazıyorken bile sansürün filtrelerine takılmama uğraşı verdim.
Yazmak iz bırakmaktır aynı zamanda.
Bir düşünce yoğunluğuyla, kızgınlıkla, sevinçle, üzüntüyle kaleme alınmış bir şey, ileride hiç de öyle olmadığı halde karşına çıkar, birinin eline geçer.
Sen artık bambaşka birisindir, öyle hissetmiyorsundur ama yargılanırsın.
Bunu “bedava”dan da söylemiyorum.
Yıllarca bir kez olsun günlüklerimi okumayan ailem tam sevgilimden ayrıldıktan sonra soyunmaya karar verdiğim bir anda günlüğümü okuyunca kişisel tarihimin birinci dünya savaşını yaşadım.
Beni evden kovdurlar.
Yazmakla ilgili kendi içimde devam eden savaşı daha bitiremeden dış mihrakların saldırısına uğraşmış, üstelik de evsiz kalmıştım.

Evden ayrıldığımda yanımda sadece bir pantolon, iki kazak, yazdıklarım ve diş fırçam vardı. Edebi romanlara uygun bir ambiansta yol alıyordum, hava kapalıydı, yağmur yağıyordu. Yün eteğimin üzerine düşen yağmur damlacıklarını seyrederken git gide ıslanıyordum.
O sırada da Marquez’in Sevgiden Öte Sürekli Ölüm’ünü düşünüyordum. Günlerce hiç dinmeyen yağmurun altına kalan bir ineğin, “hayatta kalma alışkanlığı” yüzünden ayakta duruşunu ve alışkanlıklarının yenilmesiyle birlikte koca gövdesiyle çamurların içine çöküşünü...
Çökmeden önce okunacak çok kitabım, yazılacak çok hikayem olacaktı.
Gurur yapıp bir daha eve dönmedim.
Dedikleri gibi hiçbir şey eskisi gibi olmadı.
Belki dönülebilirdi fakat bir yazarın acı çekmesi gerektiğine inanmıştım.
Hayatı damıtacak, sonra en güzel hikayeleri ben yazacaktım.

Bunları yazdıkça gün yüzüne çıkmamış yazıları yüzünden benim kadar hırpalanan bir başka kişi yoktur yeryüzünde diye düşünmeden edemiyorum.
Üstelik daha keşfedilmedim bile :)

msezen@boyut.com.tr
Favorilerinize ekleyinAnasayfaya dönPaylaşın
cosmoturk önerisi
GÜNLÜK FALINIZ
HAVA DURUMU
Anket
Aşk mı, Para mı?
Aşk
Para
>