>

KÖŞE YAZILARI | SERPİL ŞAHİN

Her Aşk Kendi Öküzünü Doğurur

Başlık her ne kadar karşı cinsi temsil eder bir şekilde atılmış olsa da ilişkilerde dişi öküzlerin de var olabilmesi pek mümkündür. (Serpil Şahin)
 
   
 
 
     

Başlık her ne kadar karşı cinsi temsil eder bir şekilde atılmış olsa da ilişkilerde dişi öküzlerin de var olabilmesi pek mümkündür. Hatta dişilerdeki öküzlük sonradan kazanıldı ise, bünyeye de ters düşüyorsa esas kara mizah o zaman başlıyor.

Yazar kişi ne kadar da emin bir tavırla anlatıyor değil mi? Emin, çünkü kendi bünyesine de ilk yaşadığı aşktan bu yana sağlam bir öküz oturuverdi ve bu öküz, deneyimlediği her ilişki sonunda biraz daha semirdi. Semirdi de kendi insanlığından yemeye başladı.

Diyeceksiniz ki “Anlaşılan hamuru müsait öküz olmaya!” Orası da ayrı bir tartışma konusu. Başka bir yazıda onu da tartışıyor oluruz. Fakat şu an bulaşmak istediğim nokta; insanlık tarihi boyunca süregelen ve aslında insanların tamamen öküzleşmesine ya da tamamen insanlaşmasına neden olan ve adına aşk dedikleri o garip şey…

Zannetmeyin ki aşkı küçümsüyor veya yerden yere vuruyorum. Hâşâ! Sadece onu tanımlayamamanın ya da onu anlayamamanın verdiği bir kabızlık durumudur benimkisi.

Yıl 1999. Onunla ilk tanışmam... Centilmenliği, kelimelerle sevişmesi, gözlüklerinin ardına sakladığı o güzel gözleri ve aşka duyduğu saygı ile ergen dönemlerimde inanılmaz etkilemişti beni. Sonra bütün kızlar arasında ilgi odağı olmuştu. Çünkü çevremizdeki diğer “bebe erkeklerden” farklıydı. Kızların ona ilgi duymasını gizliden gizliye kıskanmıştım. Onu ilk gören, o güzel kelimeleri ile kendi varlığını tanımlamaya çalışan ben olmuştum. Fakat şimdi bütün okul onu fark etmişti ve kızlar “Aaaaaaaa Can yine neler yazmış yaaaaaaa” diyorlardı.

Bu itirafı benden bir daha duymanız olanaksızdır; Can Dündar’ı o yıl ve ondan sonraki birkaç yıl ciddi bir şekilde diğer insanlardan kıskanmıştım. Çünkü ben aşk denen duyguyu onun sayesinde tanımıştım. Aşkın ne demek olabileceğini, o tatlı yan etkilerini ondan öğrenmiştim.

Her öğrenmenin bir de uygulaması var diyerek yüzlerce Can Dündar yazısından sonra attım kendimi aşkın kollarına. Ondan öğrendiklerimi teker teker uygulamaya koyuldum. Koyuldum koyulmasına ama karşımdakinin tepkileri bir garipti. “Aşkım” diyordum, bana gelen yanıt “Haaaaaaa.” oluyordu. “Seni seviyorum.” diyordum, “Ben de seni…” deyip kestiriyordu. Edilen kavgalar da öyle sevgili Can’ın anlattığı gibi olmuyordu. Kavga esnasında ağzımızda biriktirdiğimiz ne kadar kaka kelime varsa suratımıza kusuyorduk. En sonunda da “Öküz bu anacım!” deyip bitiriyordum ilişkiyi.

İlişki ne kadar kötü yaşanırsa yaşansın ayrılığın ardından geçen birkaç günde pek özlüyorsun öküz dediğin o çocuğu. Mesajlar atmaya başlıyorsun, yeri geldiğinde taciz noktasına getiriyorsun olayı. Çocuk açmıyor telefonu ya da mesajlarına dönmüyor. Ama sen vazgeçmiyorsun, çünkü olay sevgi noktasından çıkıp inat kısmına çoktan geçti. Arıyorsun, arıyorsun, arıyorsun en sonunda “Tamam, Tuğçe yeniden başlayalım.” lafını duyuyorsun. Yeniden başlıyor her şey. Bir şans daha verilmiştir yaşananlara. Ee sevgili Dündar da öyle demiyor muydu, aşka her zaman bir şans daha verilmeliydi. Sevgili Can Dündar’ım yanılıyor olamazdı.

Verilen ikinci şansın ardından iki ihtimal vardır; ya her şey ilkinden daha iyiye gider ya da her şey boka sarar. Benim şansıma mıdır bilemem ama ilk ilişkide her şey tam bir kâbus olmuştu. Can’ın yazdıklarından dışarıya çıkmaya korkuyordum çünkü aşk hakkında onun anlattıklarından ve kalbimin salakça atmasından başka bir şey bilmiyordum. O bana bir rehberdi, bilmediğim bir duyguda beni yönlendiren kişiydi.

Can’ın kelimelerindeki zarafeti hissettiklerime yansıttıkça karşı taraf bir garipleşmeye arada böğürmeye başlıyordu. Ahan da bildiğin 2 ayaklı öküz gibi oluyordu. Verilen ikinci şans ta böylelikle uçup gitmişti.

Bu yaşananlardan sonra Can’ı ve kendimi hiç sorgulamadım, karşımdaki sonuna kadar yanlıştı. Anlayamamıştı o bizi.

Sonra kızlar meclisinde benim ilk aşkıma olan güzel tavırlarım sorgulandı. Kız kısmı dediğin erkeğin ağzına düşecek gibi davranamazdı. Ergen kız olmanın ilk kuralı buydu; kuyruk, dik olacaktı. Evet, Can güzel söylüyordu ama bizim kızlara göre; kötü davranan kadınları erkekler daha çok seviyorlardı. Örnek bile vermişlerdi; “Bak Nazlı’ya erkek arkadaşını parmağında döndürüyor. Çocuk onun için kantinden en güzel sosislileri alıyor ama kız gene de ona trip atıyor. Ara sıra da iyi davranıyor. Böyle yapman lazım kızıııııım.” Ama amaaaa Can Dündar yanılıyor olamazdı ki. “Bırak kızım Can Dündar’ı var mı öyle adam bizim okulda?”

Bu sorgulamadan sonra okuldaki aşk hayatım da sona ermişti. İlk aşktan dili yanan ergen ben, tövbe etmiştim aşka. Şeytan da benimle şakalaşıp “Tövbe ettin demek, al bakalım sana aşk!” deyip üniversitenin son sınıfında beni yine aşkın o güvenilmez ama çekici yatağına atıvermişti. Kahpe şeytan seni!

İlk ilişkiden öğrendiklerim ve sevgili Can’ın da tavsiyeleri ile daha özenli davranmaya başlamıştım. Bu sefer karşımdaki “Seni seviyorum.” diyebiliyordu. Uzata uzata, hem de elinde kırmızı güllerle. Aman Tanrım, işte Can kadar romantik bir adam benim sevgilimdi. Kıskansın lisedeki bitli kızlar.

Bir akşam yemeğinde yine beni sevdiğini söylerken verdiğim tepki şaşkınlığa düşmeme neden olmuştu. “Seni seviyorum aşkım.” diyordu karşı taraf, ben de “Haaaa.” diyordum. Ne kadar tanıdık geldi size de, değil mi? Çok centilmen görünen sevdiceğim pek takılmadı bu öküzlüğüme.

Bir elmanın iki yarısı olan biz, birkaç ay sonra iyice alıştık birbirimize. Geğiriyor, kürdanla dişlerimizi kurcalıyor, yeri geldiğinde osuruyorduk bile. Evet, hepsini yan yanayken yapıyorduk. Ne osuruktan ilişki dediğinizi duyar gibiyim. Ergenlik aşkı işte! Her şey güzel gidiyor, onun yanında kendim gibiyim diye düşünürken gözüme takılan Can Dündar satırları hiç de öyle demiyordu. Sevgili Can’a göre biz romantizm denen o duygu yüklü yaşam alanından çoktan uzaklaşmış vahşi bir doğa alanı yaratmıştık kendimize. Can’cım bu yazısında ‘âşık olan’ erkeği tasvir etmişti ama benim odun sevgilim bu adamın yanından köşesinden bile geçmiyordu. O romantik değildi ve derhal kavga edilip gerekirse terk edilmeliydi.

Derken şiddetli geçimsizlik nedeni ile biten 2. ilişkinin ardından gelen 3. ilişki. ‘Bu son olacak!’ diye başlanan 3.ilişkinin ardından gelen 4. 5. 6. ve buradan Bağdat’a yol olacak kadar yaşanılan diğer ilişkilerim.

Tüm bu öküzlük, odunluk, gariplik içerisinde 11 yıl geçmiş ve hayatıma giren, elini kolunu sallayarak çıkan, kovmama rağmen çıkmayan adamların hepsinden ufak tefek huylar aldım. En büyük mirasım da hepsinin farkı öküzlüklerini alıp kendime has bir öküzlük yaratmamdır. Kibar olmak ve aşkı Can Dündar’ın satırlarındaki gibi yaşamak zordu. Çünkü Can Dündar da bu yazıları birileri ile yaşadığı anın sonucunda değil çoğunlukla özlem zamanlarında yazabilmişti. Ve ben bunu çok acı şekillerde deneyimleyerek şimdi keşfedebiliyordum. Bunu daha önce fark edebilseydim yine öküz olur muydum bilmiyorum ama anlatacak bu kadar trajikomik bir hikâyem olamazdı sanırım.

Bunca deneyimden sonra artık bilinçli bir aşk kullanıcısı olmuş ve Can’ın daha gerçekçi satırlarını kendime rehber edinmiştim. Tıpkı;

Ve sırt çantasını her daim hazır tutmalı insan,

Yollarla barışmalı,

Yalnızlığa alışmalı… Satırlarında olduğu gibi…

Yazan; Duygusal Öküz


SERPİL ŞAHİN
YAZARA E-POSTA GÖNDER

 

Diğer yazıları liste halinde görmek için tıklayın >

Favorilerinize ekleyinAnasayfaya dönPaylaşın
cosmoturk önerisi
GÜNLÜK FALINIZ
HAVA DURUMU
Anket
Aşk mı, Para mı?
Aşk
Para
>