>

DİĞER HABERLER

Adının lanetinden sıyrılan adam

"Eczacıbaşı’nın yeni tasarımcısını tanıtacağı toplantının davet metni ayın 16’sından beri duruyordu “gelen kutusu”nda. * Mürsel Sezen'in yeni yazısı...
 
   
 
 
     
Adının lanetinden sıyrılan adam

Eczacıbaşı’nın yeni tasarımcısını tanıtacağı toplantının davet metni ayın 16’sından beri duruyordu “gelen kutusu”nda. Unutmayayım, atlamayayım diye...
Severim böyle toplantıları, günlerim sıradanlığa boğulduğundan kapalı, karanlık, ha yağdı ha yağacak havaya rağmen daha bir hevesliydim gitmeye.

Önce bir ön araştırma yaptım. İsim Ross Lovegrove.
İsim tanıdık ama daha çok bir fal yorumcusunu ya da şu elli yaşlarında kendi internet sitesini kuran, evinizi nasıl temizleyeceğiniz ve dekore edeceğiniz hakkında fikirler veren, sürekli yapışık bir gülümseme ile pul kadar bir resmini sitenin baş köşeye yerleştirmiş bir kadını çağrıştırdı bana.
Google’da aratıyorum ve o ne! Bizim Ross erkek çıkıveriyor. Design-engine.com’da bir röportajı var ve sayfayı aşağı kaydırdıkça bizim Ross Lovegrove kıvırtmaya başlıyor pistte. Kır saçlı, ilginç ceketler giyen ilk bakışta ucuzluğu çağrıştıran bir adam.

Yetenekli Bay Ripley’de Dickie Greenleaf''ın (Jude Law) sevgilisi Marge’a (Gwyneth Paltrow) seslenişi geliyor aklıma (Dickie, Tom Ripley ile karşılaşmıştır ve Martini yapmayı bilmemesini çok yadırgar);
“Such a class Marge” der gözlerine inanamayarak.
Röportajı okumaya başladığımda adamın ne büyük firmalarla çalıştığını ve nasıl bir tasarım dehası olduğunu görüyorum. Olay ilginçleşiyor.

Swissotel, Geneve Salonu’nda basın mensupları kahvaltı ederken Bay Ross sunuma hazırlanıyordu, herkesle güleryüzlü bir samimiyetle konuşan bir adam. Gösterişsiz, iddiasız, hatta mağrur bile değil. Fakat adının lanetiyle ilgili hiçbir belirti taşımıyor.
Toplantı başlıyor, Ross önce tasarım ilkelerini açıklıyor, inanılmaz düzgün konuşuyor, hiç teklemiyor, heyecanlanmıyor. Öte yandan Starck gibi sahne şovu da yapmıyor;
“20 yıldır dünya çapında çalışıyorum. Hep ileriye dönük tasarımlar yaptım.”
Teknolojinin imkanlarını kullanmayı ve bunu sanayinin hizmetine sunmayı çok seviyor. “Tasarımın yeni konsepti insana ve çevreye önem vermek” diyor.
Ardından Ty Nant Su Şişesi’ni anlatıyor. “Yarım saatte tasarlanmış gibi duruyor değil mi” diye soruyor. Evet, aslında öyle görünüyor.
Şişenin özelliklerini anlatmaya başladığında şaşıp kalıyoruz. Bir kere şişe kesinlikle doğayı çağrıştırıyor, suyla örtüşen bir kimlik. Sonra kullandığı plastiğin maliyetini nasıl düşürdüğünden, şişe formunun elden kaymayı nasıl engellediğinden, etiketin şişenin dibine yerleştirilerek doğallığı korumasından ama üstten bakınca da etikedin okunabildiğinden, kalıbını da ucuza mal ettiğinden ve son olarak da firmanın bu şişe sayesinde katma değerini nasıl yükselttiğinden bahsediyor.

Öğle yemeğinde daha özel konulara giriyoruz. Çocukluğunda okuduğu bölgede tam ailelerin adları-soyadları birbirine benzermiş, adının farklılığından o kadar rahatsız olurmuş ki direkt sıranın altına saklanırmış.
“Tabii o zaman farklı olmayı sevmiyordum” diyor.
Gülüşüyoruz. Herkes gerçek ismi olup olmadığını sorarmış. (İsim konusuna açıklık getirdiğimize sevindim, tek ben değilmişim!)

Öğleden sonraki sunuma Bülent Eczacıbaşı da katılıyor. Neredeyse tüm Eczacıbaşı çalışanları orada diyebilirim. Bin kişilik Fuji salonu hınca hınç dolu. Bülent Eczacıbaşı Vitra’nın tümüyle tasarım odaklı bir şirket olduğunu söylüyor ve bu yolda Rosegrove ile yürüyeceklerini söylüyor.
Vitra için ne yapacağını merak ediyorum ama yenilikler ISH Fuarı’na saklanıyor.
Yine Dickie’nin repliği çınlıyor kulaklarımda ama bu kez sonunda parantez içinde ünlem var.
“Such a class Marge (!)”
Rosegrove tasarımları bizi farklı bir sınıfla taşıyacak.

Mürsel Sezen
msezen@boyut.com.tr



Favorilerinize ekleyinAnasayfaya dönPaylaşın
cosmoturk önerisi
GÜNLÜK FALINIZ
HAVA DURUMU
Anket
Aşk mı, Para mı?
Aşk
Para
>