>

DİĞER HABERLER

d a c e b

"Bu başlık da nedir böyle mi diyorsunuz? " Can Anamur'un yeni yazısını okumak için tıklayın!

 
   
 
 
     
d a c e b

Bu başlık da nedir böyle mi diyorsunuz?

Hemen anlatayım. Aslında, a b c d e demek istedim. Yani Latin alfabesinin ilk harfleri.

Böyle sırada olunca daha bir anlaşılır oluyor, değil mi? Yani, en azından ne olduğu anlaşılıyor. Benim yazdığım daceb’in ne olduğu anlaşılmıyor!

Peki ya sinemada? Başı, sonu, ortası belli olan bir filmi mi tercih edersiniz, yoksa farklı montajlanmış, seyircinin kafasını karıştıran bir filmi mi?

Yıl 1996 olmalı. O zamanlar Show Tv ve Cine5’e “5’te 5”i yapan ekip boş bir montaj setimiz sırasında “Pulp Fiction”ı alıp hikayenin normal sırasına göre montajlamıştık. Hiç de fena olmamıştı aslında ama yine de (tabii ki) Tarantino’nun sıralaması bir başka güzeldi. Nedense o betacamdan kopya almadık. Öyle yaptığımızla kaldı. Silinip gitti.

Konuyu farklı sıralamayla montajlayan Tarantino, bunu yapan ne ilk yönetmendi, ne de son yönetmen olacak. İşte vizyondaki François Ozon filmi, “5x2”. Güzel bir Türkçe karşılıkla “Beş Kere İki” olarak vizyona giren film bir çiftin ilişkisindeki beş evreyi sondan başa doğru giderek kurguluyor. Seyirci önce ilişkinin son noktasını seyrediyor. Filmin sonundaysa bu ilişkinin aslında nasıl da güzel başladığına tanık oluyor. Her ilişki aslında güzel başlar, değil mi? Öyle olmasa zaten başlamadan biter. Ama ilişki güzel de başlasa, işte Ozon’un filminde olduğu gibi kötü de bitebiliyor. Daha doğrusu çoğunlukla kötü bitiyor. Yoksa bu kadar ayrılık olur muydu? Bir başka Fransızın, Frederic Beigbeder’in dediği gibi “aşkın ömrü zaten 3 yıl”, değil mi?

Hikayeyi farklı kurgulayan Ozon doğal olarak bize son zamanlarda izlediğimiz benzer örnekleri hatırlatıyor. Birlikte hatırlayalım, isterseniz.

“Irreversible” şu bitmek bilmeyen tecavüz sahnesiyle akıllarda yer edinmişti. Gece, gece, hele Paris gibi bir şehirde, hem de bu kadar güzel bir kızsanız (Monica Bellucci, lütfen) ve üstelik üzerinizde de varla yok arası bir gece elbisesi varsa… siz siz olun hemen bir taksiye binin. Hiç sokaklarda, hele karanlık alt geçitlerde dolanmayın, dedirten bu sahne filmin tam ortasında bulunuyordu. Evet, aslında konunun da tam ortasındaydı. Ama işte diğer tüm sahneler farklı yerlerdeydi. Alex’in erkek arkadaşı Marcus ve eski kocası Pierre izbe bir eşcinsel barında bir adamın beynini dağıtıyorlardı. Bu filmin ilk sahnesiydi. Ama aslında konunun son noktası. Seyirciyi rahatsız etmeyi seven 1963 doğumlu yönetmen Gaspar Noe filmini böyle kurgulamayı seçmişti. Tempoyu yavaş, yavaş yükselterek son noktada seyirciyi vuracağına golünü daha ilk dakikadan atıyor, maçı, pardon filmi, baştan garantiye alıyordu.

Ya normal bir kurgu uygulasaydı. O zaman genç bir çiftle tanışacaktık. Mutlu, birlikte eğlenmesini bilen, arada sırada ufak, ufak tartışan hoş bir çift. Sonra kızın eski kocasıyla tanışacaktık. Arkadaş kalmayı becermiş iki olgun insan. Sonra bir partiye gideceklerdi metroya binip. Partiden kız erken ayrılacaktı. Taksiye binmek için caddeyi geçmesi gerekiyordu. Alt geçidi kullanacaktı ve orada tecavüze uğrayacaktı. Karşı koymaya çalışacak ama başarılı olamayacaktı. Erkek arkadaşı ve eski kocası onu bu halde bulacaklar, yapanın peşine düşecekler, elde ettikleri bilgi kırıntıları onları bir eşcinsel barına götürecek ve orada şüphelendikleri bir adamı öldüreceklerdi.

Bu kurguyu mu beğenirsiniz yoksa izbe bardaki öldürme sahnesiyle başlayan ve seyirciyi bir anda şok eden kurguyu mu?

Günümüz sineması farklı kurgularla da seyirci çekmeye çalışıyor. Christoper Nolan’ın yönettiği, 2000 tarihli “Memento”nun kurgusu seyirciyi pes ettirmişti. Birçok insan (buna ben de dahil) dvd’de ikinci bir cila çekti, sinemada atladığı bazı noktaları keşfetti. Gerçekten, yaklaşık 5-6 kişi çeşitli yorumlar, geri almalar, durdurmalar, tekrar oynatmalar eşliğinde filmi bir kez de dvd’den seyretmiştik, güzel bir yaz akşamı, bir arkadaşın Kadıköy’de, rıhtım manzaralı güzel evinde.

Ya Alejandor Gonzalez Inarritu’ya ne diyelim? Geçenlerde TRT’de de izleme şansı bulduğumuz “21 Gram”la seyirciyi az mı zorladı. 3 farklı aile, 3 farklı hikaye ve bir kaza etrafında kesişen kaderleri. Kendine suçtan uzak yeni bir hayat kurmaya çabalayan alt kesimden Jack ile eşi, kalp hastası olan ve kalp nakli bekleyen Paul ile ilişkileri çok da iyi gitmeyen eşi ve son olarak iki ufak kızları olan üst sınıftan tam bir WASP aile, Cristina, kocası ve kızları. Önceki filmi “Amores Perros” ile de aynı tarzı deneyen, yine farklı insanları bir kaza etrafında birleştiren yönetmen Inarritu zor ama başarılı bir filme imza atmıştı.

İyi, tamam, alakasız insanları bir olay etrafında buluşturalım (zaten bunun en iyi örneğini Kieslowski usta Üç Renk’te yapmamış mıydı?).

İyi, hikayeyi baştan sona doğru değil de kafamıza göre anlatalım.

İyi, en çarpıcı sahneyle başlayalım.

Tüm bunları yenilik adına yapalım.

Seyirciyi cezp etmek, “aaa” dedirtmek için değişiklikler arayalım.

Ama,

Bir değişiklik onuncu kez yapıldığında hala değişiklik midir?

Seyircinin irkileceğini bildiğiniz bir sahneyi filminize katmak ne kadar dürüstçedir?

Gaspar Noe’nin Festival’de gösterilen önceki filmi “Seul Contre Tous-Herkese Karşı Tek Başına” aklıma geliyor. Hem ses hem görüntüyle seyircinin zorlandığı cinayet sahnesinde Moda sinemasının yarısı boşalmıştı.

Sinemada ne gösterilmedi tarzı bir araştırma yapmışcasına, ne kadar gösterilmeyen varsa ekrana taşımak ne kadar doğrudur?

Eğer formül bu kadar basitse sıradan bir senaryoyu alıp erkeğin cinsel organını yakın plan göstersek, kıza doğum yaptırsak ve bunu da yakın plan ve tüm çıplaklığıyla göstersek, o zamana kadar sinemada pek duymaya alışık olmadığımız tarz diyaloglar yazsak ve tüm bunları da kıçtan başa montajlasak iyi bir şey mi yapmış oluruz?

Kesinlikle tutuculuk değil… ama sondan başa montaj yapıldı, hem de iyisi… İnsan “8 Femmes-8 Kadın”ın, “Swimming Pool-Havuz”un yönetmeninden daha “YENİ” bir şey bekliyor doğrusu.

Can Anamur

Favorilerinize ekleyinAnasayfaya dönPaylaşın
cosmoturk önerisi
GÜNLÜK FALINIZ
HAVA DURUMU
Anket
Aşk mı, Para mı?
Aşk
Para
>