>

KÖŞE YAZILARI | NİLHAN FİDAN

Günün İçeceği

“Odanda kendi demlediğin çayı yudumlamak ya da sokakta yürürken elinde kahve sıcaklığını hissetmek…” Nilhan Fidan`ın yeni yazısı<br>
 
   
 
 
     


Koyu yeşil çay yaprakları önce minik, buruşuk, içine kapanık duruyorlar kavanozda. Sonra kaynayan suyun içinde fıkır fıkır oynarken buluyorum onları. Çay biraz daha demlensin diye altını kısıyorum ateşin. Bir dahaki sefere onlara da şans vereceğimi söyleyip beyaz çayla yaseminli yeşil çay kavanozlarını geri koyuyorum dolaba. Renk renk benekli zarif mi zarif kupamı alıyorum raftan. Burnuma tüten buruk mağrur çay kokusu şimdiden dinlendiriyor beni. Kupayı tepeleme dolduran çayın sıcaklığına sarılıp camın önüne oturuyorum.

Havalar biraz serinlemeye görsün, çeşit çeşit bitki çaylarımla huzurlu bir kaçış yaşıyorum. Cuma günkü toplantı ya da önümüzdeki haftanın gündemi… Şu an için hiçbiri gerçek değil. Sadece ben ve her yudumda içimi ısıtan günün içeceği.

Şimdi ister gazete ve dergileri karıştırayım, ister elimden bırakamadığım kitaba döneyim ya da eski fotoğraf albümlerine gömüleyim… Kendimleyim. Zaman zaman yaktığım meyve kokulu mumlar ve tütsüler gibi dalıp gidebileceğim bir an açıyorum zamanda. Hayal kurup seviniyorum hayalimde olanlara. Bazen de resimler boyarken buluyorum kendimi, kolajlar yapıyorum sevdiklerim için. Ne olursa olsun insanın içi ısınıyor ya, gerisi boş.

Soğuk havaların en güzel yanı, sıcak mekânlar yaratması bence. Sokakta yürürken elinde kahve sıcaklığını hissetmek değil mi take-away’lerin en cazip yanı. Bükreş sokaklarını arşınlarken az aramadım Starbucks’ı, Gloria Jeans’i… Ve bulabildiğim tek köşe başı pastanesinden işaret diliyle de olsa bir plastik bardak kahve alabilmeyi başardım ya. Her ne kadar alışıldık bir manzara yaratmamış olsam da turistliğime verdiler geçtiler sanırım. En azından mevsimi bile değilken Tunalı Hilmi’de yalaya yalaya dondurma yürüyerek gezinmem kadar tuhaf karşılanmadı. Yıllar önce bir Ankara akşamı geliyor aklıma, Kuğulu Park’a yürürken görüyorum kendimi.

Şimdi, çiseleyen yağmurun camda izlerini gözlerken, minik bir kız çocuğuyken buğulu camda çizdiğim manzara resimlerini anımsıyorum. Mutlaka dağ sıraları, aralarından çizgi çizgi ışınlarını savuran güneş-topu ve mutlaka ponpon bulutlar… Bir de o dağın eteklerinden salına salına kır evine uzanan nehir olurdu. Evin çatısı üçgen, çatısından da duman tüterdi.

O zamanlar bu zamanlardan daha mı sakindi, daha mı az üşürdüm küçükken… Ne çabuk geçiyor zaman. Çayımı çoktan bitirmişim baksana. Gözlerim yoldan geçenleri izlemekte. Ellerimse yapışıp kalmış boş kupaya.



Nilhan Fidan
fidannil@yahoo.com
 


NİLHAN FİDAN
YAZARA E-POSTA GÖNDER

 

Diğer yazıları liste halinde görmek için tıklayın >

Favorilerinize ekleyinAnasayfaya dönPaylaşın
cosmoturk önerisi
GÜNLÜK FALINIZ
HAVA DURUMU
Anket
Aşk mı, Para mı?
Aşk
Para
>