>

DİĞER HABERLER

Adım çıkmış çapkına, inmez mağdura

"Evet arkadaşlar...aklanmak istiyorum." Deli Fişek'in yeni yazısı...
 
   
 
 
     
Adım çıkmış çapkına, inmez mağdura

Evet arkadaşlar...aklanmak istiyorum.
Eski Türk filmlerinden Gülşen Bubikoğlu’nun bir sahnede temiz bir hayata geçiş için sıcak bir duş aldığı ve ardından da baş örtüsü taktığına şahit olmuştum. Bu mudur yolu?

Şimdi size son 1 aydaki gerçek hikayelerimden oluşan son maceralarımı anlatacağım. Çapkın mıyım yoksa mağdur mu artık ben de karıştırdım! Buyrun okuyun...kısa kısa...

Efendim, bir süredir kendimizi tam olarak işe vermiş, zaten istesek de bi haltlar karıştırmaya fırsat bulamaz olmuştuk. Bir takım iş seyahatleri zaten sallantıda olan dengemi iyice bozmuş, geceleri 9’da yatıp, sabahları 4’te kalkar olmuştum.

Tabii bu iş seyahatlerini biz her nekadar “iş” olarak değerlendirsek de, tersini düşünen veya konuyla alakası olmayan bir takım arkadaşların hedefi haline de gelmiştik.
Yer: Utah. Sundance Film Festivali amacıyla burada bulunuyorum. Saat 07:00.
Mekan: Kahvaltı salonu. (neresi olacak ya sabahın o saatinde?)
Daha sonradan midemi ciddi şekilde bulandırmaya başlayacak olan ennnfess pancake kokularından başka birşey duyamazken, bir anda bir çift masmavi (ama belki de şu ana kadar gördüğüm en güzel mavi) gözle göz göze geliyorum. Bu mavi gözler tarafından izlendiğimi hissedince, yol yakınken kahvaltı olayını tadında bırakmak amacıyla odama çekilmeye karar veriyorum. Kader bu ya, asansörün kapısı epeyce bir süre kapanmıyor ve tam kapanacakken mavi gözlü dazlak yakışıklı, sliding doors’un önünde bitiveriyor. “Ulan” diyorum “şansa bak! Dakka bir...” Neyse ki 2. katta kalıyorum, yol kısa! Fakat 2.katta beni bırakmaya niyeti yok. İki laf attıktan sonra katta benimle iniyor. “Bir kaç saat sonra şehirden ayrılacağım, ama son olarak dağlarda bir araba gezintisine çıkacağım.Gelmek ister misin?” diyor. Allah!! Bana macera teklif eden yakışıklı bir adam. Gözlerimden uyku fişkırıyor. Tüm benliğim jet lag olayını maximumlarda yaşarken, annemin lafları beynimden film şeridi gibi geçiyor. “Sakın paralarını üzerinde taşıma!” “Geceleri orda burda tek başına dolaşma!” Tabii ki, kadıncağızın “tanımadığın adamların arabalarında dağda gezintiye çıkma” diye bir nasihat düşünecek hali yok. Ben de anne sözünün ciddi bir takipçisi olarak, hemen paralarımı düşünmeye başlıyorum. “Şimdi bu adama tamam desem, adam beni dağda kesse, paralarımı alsa....hmmm” “Ben en iyisi paraları otelde bırakayım” “Ulan ben öldükten sonra paralara ha bu adam sahip olmuş, ha otelin oda temizleyicileri!” “En iyisi, yarısını yanıma alayım, yarısını da otelde bırakayım” bunlar beynimden geçerken aynı anda “Tamam geliyorum. 1 saat sonra aşağıda olurum” diyorum.
Amerikan Hükümeti adına çalışan, nükleer silahların imhası ile ilgili konferanslar dahilinde Utah’a uğramış olan bu kişinin beni kesmediğini anladınız. Yoksa burada bu satırları yazıyor olamazdım! Kendisinden bunca şüphelendiğim adam, dünyanın en tatlı, kültürlü, karizmatik abileirnden biri çıkıyor. Tamamen yabancı bir şehirde bana çok büyük yardımları dokunduktan sonra ayrılıyoruz. Evli ve 2 çocuk sahibi olduğunu söylememe gerek var mı???

Yabancı festivallerin en hoşuma giden yanlarından biri de, sinema salonunda yer numarası olmaması. Seç beğen otur. Zaten işin raconu buymuş. Kimi beğenirsen onun yanına oturulurmuş, film çıkışında da bir içki ile devam edermiş bu başlangıçlar. Ne yalan söyleyim, ben bu kadarını beceremem (sanıyordum).
Bir İspanyol filmindeyiz. Üç günlüğüne Las Vegas’a geçmiş, oaradan Utah’a o gün geri dönmüşüm. 3. filmimi izleyecektim. Gece yarısı sinemasıydı. Filme girmeden 2 Yeni Zellandalı kızla barda biraları yuvarlamış, yine erkekler üzerine derin konulara dalmıştık. Sarhoş kafayla bu İspanyol filmine gelmiştim.
Baktım ki önlerde tek bir koltuk. Bu bir aklanma yazısı olduğu için değil ama vallahi de bakmamıştım yanda kimin oturduğuna!
“Boş mu, oturabilir miyim” diye sordum. Adam da “ben de röportaj yapacaksın sanmıştım” dedi. “Sorayım da cevapla o zaman” diyiverdim. Meğer aktörmüş! Gülüşmelerin ardından yandaki arkadaşlarıyla tanıştırdı. Kız, Türk olduğumu öğrenince “aaaa benim de bir Türk erkek arkadaşım olmuştu” dedi. “Ben de senin yerinde olsam Türklerle çıkmazdım” dedim ve film başladı. Tabii bizim sarışının merakını cezbetmiş bu söylediklerim. Nedenini öğrenecek ya, filmden sonra peşimi bırakmayarak o gece değilse bile ertesi gün randevu koparmayı başardı. Merak etmeyin fazla detay yok. Yalnızca barda içilen biralar ve ardından “eh birazdan uçağım kalkıyor” ile biten bir kısa heyecan diyelim. Hala mesajlaşıyoruz.

Zaman: Berlin Film Festivaline gitmeden bir gece önce.
Sundance’ten geleli bir hafta olmuş olmamış. İşleri toparla, teklif hazırla, yeni festivale hazırlan, randevuları ayarla derken yine deliler gibi çalışıyorum.
Serdar’ın evlenmek için evden ayrılmasıyla yeni ev arkadaşımız olan canım arkadaşım, kardeşim Neslihan da gazetede sabahlamakla meşgul. Msn messenger’ından mesaj geliyor. “Yanımda seni beğenen biri var” Bak bak! “Kimmiş” diyorum. Ve tek bir atışta vuruyorum. Evet o. Neslihan’ın doğum günü gecesinde ben de kendisini fark etmiştim. Ama araya giren 2 ayda tipi hiç aklımda kalmamıştı. Zaten bizim kıvırcık hayattaydı daha o günlerde. Geçip gitti zannetmiştim bu çocuk da!

Gitmemiş! İşte kanlı canlı orada duruyor ve bana mesaj yazıyor. Yani olacak birşey olsa “gitmiyorum ulan Berlin’e falan” deyip kalacağım.
Soğuk, donuk, karanlık ve bunalım Alman Berlin günde en az 7 kere gelen aşşşk dolu mesajlar sayesinde daha çekilmez hale geliyor. “Zaman geçmiyor. Bu 2 gün nasıl geçer? İçkiye mi vursam kendimi, yoksa uyusam mı?” şeklindeki son mesajlar, her ne kadar şüpheci davransam da son günlerin geçiş hızını iyice yavaşlatıyor. “Allahım!” diyorum. “Kalbimin derinliklerine gömdüğüm romantizmi mezarından çıkaracak olan, yoksa bu delikanlı mı?”
Büyük an geliyor. Hayatımın en uzun yolculuğu, o Cumartesi akşamı Atatürk Hava Limanından eve dönüş yolu oluyor. Deli gibi hazırlanıp, fırtına gibi Akdeniz’e koşuyorum. Uzun zamandır bu kadar neşeli halime rastlamayan arkadaşlarımı da mutlu ediyor bu ruh halim.
Küçük prens bayağı geç katılıyor ortama. Cebinden çıkardığı sarı gülü uzatırken dudaklarımdan öpüyor. Verda’nın şaşkın bakışlarına şahit oluyorum. Gülmeye başlıyorum. Bir ara yanıma gelip “Kızım sen iki saat önce gelmedin mi Almanya’dan? Bunu ne ara yaptın?” diyor haklı olarak. Kısacık özetliyorum. Çok gülüyoruz...
Twenty something genç Casanova yanımdayken Akdeniz’deki cool karizmamı yerle bir ettiğime fazla aldırış etmiyorum.
Ne kadar mı sürüyor? 2 GÜN! Bu fırtınalı aşk!, sadece bir sorum ile, yine fırtına hızıyla son buluyor. Tek bir cep mesajı ile terk ediliyorum. Bu durumda, bana da terk etme yükü düşmediği için minnettar kalıyorum.
Aklımda, Berlin’de birlikte olduğumuz eski patronum, yeni kankamın sözleri var: “Herşeyi bu kadar ciddiye alma. Biraz gönül eğlendirmeyi öğren!!!” Patron, aynen öyle yapıyorum. Sağol!

Öyle veya böyle, dünyanın çeşitli yerlerine dağılmış adamlarıma, bunca uzun zaman sonra bana bir koca yazılık malzeme sağladıkları için teşekkürlerimi sunuyorum.

Deli Fişek
delifisek@cosmoturk.com





Favorilerinize ekleyinAnasayfaya dönPaylaşın
cosmoturk önerisi
GÜNLÜK FALINIZ
HAVA DURUMU
Anket
Aşk mı, Para mı?
Aşk
Para
>