>

DİĞER HABERLER

Dört Köşe "Cıvıl Pembe"

(Yazarın tavsiyesi: Bu yazı okunurken fon müziği olarak Ajda Pekkan’dan “Kimler Geldi Kimler Geçti” dinlenebilir, fazla nostaljik gelirse Sibel Can’ın yorumundan “Gidene Boşver, Gelene Hoşgel” adlı müstesna sanat eseri de tercih edilebilir.)
 
   
 
 
     
‘Hayat, yaş ilerledikçe siyah beyazlaşıyor’ dedi bir arkadaşım geçenlerde, küçük bir kızın cicili bicili, cıvıl cıvıl, pembe, eflatun, mavi tonlarındaki aksesuarlarına bakarak. Ses tonunda tuhaf bir özlem vardı sanki o renkleri ona yasaklamışlar, o renkler de onu unutmuşlar gibi…

Eve ilk renkli televizyon geldiğinde çok heyecanlanmıştım. Maun görünümlü plastik kaplama genç, gelir gelmez siyah beyaz maun gövdeli ihtiyarın dantel örtüsünü devraldı, başköşeye kuruldu. İsmi de pek bir havalıydı: Ay ti ti şap lorenz!!! Regülatör bile gerekmiyordu ona. Heyhat o ne güç-kuvvetti öyle! Görkemli camı günaşırı Cam-sil’lerle temizlenmeye başlandı. Evinde henüz makyajlı Tv si olmayan komşunun kızı her gün bize gelir, onunla çizgi film saatine kadar oyun oynar, vakit gelince de artık renklenmiş kahramanlarımızla buluşmak üzere dünyadan soyutlanır, onların renklerine karışırdık. Pembe olurduk, mavi olurduk, eflatun olurduk... Siyah da neydi öyle! Kocaman insan işi! Giysilerimiz rengarenkti…

Büyüyorduk. Biz büyüdükçe çizgi kahramanlar çoğalıyor, biz ise onlara verdiğimiz randevuları azaltıyorduk. Yapacak daha önemli işlerimiz vardı artık! Randevularımız önce arkadaş gruplarımızlaydı, sonra da gençlik dizilerinin ışıltılı, çizgi ötesi “artist”leriyle. Artık dantel örtü de yoktu bizimkinin üzerinde. Çıplaktı. Camı da ayda yılda bir siliniyordu. Bir tuhaflık vardı bakışlarında. O eski canlı renkleri sanki güneş ışığına uzun zaman maruz kalmış bir fotoğraftaki gibi solmaya başlamıştı. Siyah-beyaz gibi de değildi. Yeşil – gri arası tuhaf bir renge bürünüyordu gün geçtikçe hastalanmış gibi. Biz ise pastel renkleri keşfetmeye başlamıştık giysilerimizde, bakışlarımızda Bize mi ayak uydurmaya çalışıyordu bizim ihtiyar, yoksa çabalamaktan yorgun düşmüş de solmuş muydu yaşlandığı köşede? Biz onun eskiden bize gösterdiği renkleri unutmaya başlamıştık bile. Pembeler, morlar da neydi öyle! Küçük çocuk işi… Giysilerimiz pasteldi.

Büyümüştük çoktan. Harçlık kavramı maaş kavramıyla yer değiştirdi. Ve beklenen gün geldi. Bizimki artık renkli bakamıyordu gözlerimize. Önce fikirler atıldı ortaya; tüpünü değiştirelim, uzaktan kumanda taktıralım, tüp değiştirmeye kumanda taktırmaya değmez yeni trinitronlardan alalım, yok flatsquare olsun, yok pal-secam-ntsc’si olsun (onun da ne olduğunu hala tam olarak anlamış değilim). Ne oldu peki? Tabii ki teknoloji ve değiş-tokuşlu ödeme avantajları galip geldi. Çocukluk arkadaşımız ihtiyar da otopsisi yapılmak üzere bir teknik servise kadavra olarak yollandı muhtemelen. Yeni gelenin gövdesi maun görünümlü değil kapkaraydı. Daha da az yer kaplıyordu. Biz çoktan pastel renkleri unutmuş, koyu renk takım elbiselerin hangisi ile işyerinde daha şık görünürüz onu düşünmeye başlamıştık. Lacivertler, siyahlar, kahverengiler cezbediyordu artık bizi; onlara eşlik edecek olan renkleri de beyaz, bej, kamel, fildişi diye adlandırmaya başladık. Cıvıl cıvıl renkler de neydi öyle!!! Ciddiyetten uzakta olanların işi…Giysilerimiz siyah beyazdı artık.

Sonra gün geldi o küçük kız çıktı karşımıza.. Onun cicili bicili çantalarını, çingene pembesi kalem kutusundaki rengarenk kalemlerini, saçlarındaki renkli tokalarını, cıvıl cıvıl kıyafetlerini gördük. ‘Ay ne güzelmiş bunların renkleri böyle’ deyiverdik miş’li geçmiş zaman eki eşliğinde, sanki uzuun yıllar önce hayatımızda olan o renkleri kah hatırlar kah hatırlamazmış gibi

Sonra arkadaşım dedi ki ‘Hayat, yaş ilerledikçe siyah beyazlaşıyor’. Sonra oturduk ve düşündük: Acaba hayat mı bizi siyah beyazlaştırıyor, yoksa biz mi onun renklerini solduruyoruz elimizde olmadan, tıpkı bizim maun görünümlü ihtiyarın başına geldiği gibi. Acaba yenisini almak yerine hala tüp değiştirebilme şansımız var mı?

Siz bu yazı eşliğinde hangi fon müziğini tercih ederdiniz???




Dip Köşe
Şunu gerçekten çok merak ediyorum: Mezarlıkların yanından arabayla geçerken radyonun sesini kapatırlar hani! Bunu elbette orada yatanlara duydukları saygıdan yapıyorlar şüphesiz. Acaba bunu yaparlarken orada yatan merhumların bunu duyup anlayacaklarını düşünerek mi yapıyorlar? Eğer böyle düşünüyorlarsa oradaki merhumların gerçekte sessizlikten çok sıkılmış olup birazcık müzik sesinden hoşlanabilecekleri, her gelen geçenin de merhumların en sevdiği şarkılar çalarken müziği kesmesinin onları üzebileceği düşüncesi de akıllarından geçiyor mudur?

Merak işte…

Yasemin Uludoğan
yaseminabla@hotmail.com

-----------------------

Yasemin Uludoğan da kim oluyormuş?

Yaşı 25. Hem reklamcılık yapıyor hem müzik. Saçları kırmızı. Kedisi var. Meraklı. Hadi buna da burnumu sokayım, içimde kalmasın, dedi yazı yazmaya
başladı. Battı balık yan gider...

Favorilerinize ekleyinAnasayfaya dönPaylaşın
cosmoturk önerisi
GÜNLÜK FALINIZ
HAVA DURUMU
Anket
Aşk mı, Para mı?
Aşk
Para
>