>

DİĞER HABERLER

Hikayedeniz 11

"Gözlerini açtığında karşısında Pakize’yi gördü" Güven Gürbuz'ün yeni yazısını okumak için tıklayın...
 
   
 
 
     
HİKAYEDENİZ-11

Bir müddet sonra kendilerine geldiler. Diğer uçta tekerlekli sandalyede Hamza onları merakla bekliyordu. Ana oğul yanına geldiklerinde, ona hiçbir şey hissettirmemeye söz vermişlerdi birbirlerine...
Ocağın başına serilmişti yün yatağı. Sabaha kadar sırılsıklam ter içinde kalmıştı. Öksürüğe boğulmuş, kabusların içinde tutunamadığı direkler arasında koşuşturmuş ve yorgun düşmüştü. Gözlerini açtığında karşısında Pakize’yi gördü. Elinde iç çamaşırları ile gelen Pakize’nin de gözlerinin altı şişmiş, sabaha kadar gözüne uyku girmemişti. Hamza’nın çamaşırlarını değiştirdi. Hamza birkaç senedir rahatsızdı. Ancak artık hastalığı artmış olsa gerekti ki, eş dost içerisine de fazla çıkamıyordu. Köyüne bahar geldiğini odasının içine süzülen güneş ışıklarının sıcaklığında hissetti. Pakize çekti perdeleri sonuna kadar. Hamza sedirin üstüne tutuna tutuna geldi. Bir serçe kondu pencerenin önüne. Kapkara bir serçe. Bir serçe daha. Sonra kapışmaya başladı birden ikisi de kanatlanıp karşıki bahçenin ağaçlarının dalına kondular. Gözleri daldı bir müddet. Kondukları ağacın bir tarafı yoktu. Aşağı doğru eğilirdi hep dalları. Dallarını budarlardı her sene; ancak ne hikmetse o yine dallarını aşağı doğru eğerdi...

Bahçenin sahibi rahmetli Asım’dı. Asımla küçükken az yaramazlıklar yapmamışlardı. Bir gün bir başkasının bahçesine dut yemeye dalmışlardı da, başlarına gelmedik kalmamıştı. Köyde kavga çıkmış, sonra Asım’la küsmüşlerdi bile birbirlerine. Nice zaman sonra Asım bir gün bu bahçede, hızar elinde ağaçları budarken kaza ile hızar elinden fırlamış kafasına çarpmıştı. Hastaneye yetişemeden daha kan kaybından ölmüştü. O günden bu yana o ağaç hep dallarını aşağı doğru eğerdi.

Yer sofrası kurulmuş, Pakize mangala çektiği közlerin üzerinde ekmek kızartıyordu. Mangalın sıcaklığı Hamza’nın yüzüne vurdukça alnından boncuk boncuk ter geliyordu. Öksürüğe boğuldu yine bir müddet...
Kapı çalındı. Pakize kapıya koştu. Gelen kapı komşularının çocuğu Mehmet’ti.

- Pakize abla size mektup geldi..

Pakize’nin beklediği mektuptu bu. Oğlu Cemil’e mektup yazdırmıştı. Tez gelesin, baban iyi değil diye. Ondan gelse gerek dedi içinden.

- Kimden oğul kimden geliyor de hele..
- Oğlun Cemil yazmış abla...

Pakize’nin eli ayağı birbirine dolaşmıştı. Merak içinde, ne yapacağını şaşırmıştı...

- Gel oğul içeri gel... Otur hele şu ocağın başına...

Her ne kadar mevsim bahar olsa da, sabahları soğuk oluyordu havalar. Onun için Hamza da pek dışarı çıkamıyordu. Hamza da sesi duymuş olacaktı ki...

- Kim o Pakize… Kim o?
- Oğlumuzdan mektup gelmiş Hamza, Mehmet getirmiş...

Mehmet bir minder çekti altına, sofranın kenarına kuruldu, elleri de hafiften üşümüştü, ellerini ovuşturuyor, bir yandan da mektubu açıyordu... Hamza’nın gözleri doldu bir an...

- Cemil yavrum benim... Küçücükten gitti gurbete, şimdi kim bilir nasıldır yüzü. Göremedim senelerdir. Nasıl gelsin buralara? Geçim kolay değil gurbet elde, ya bir de çoluk çocuk okutuyor... Kolay mı ya?
Pakize;
- Sus hele herif... Oku Mehmet oğul ne yazıyor, oku hele çatlatma bizi, dedi.

Mehmet arkasını sedire dayadı, ayaklarını uzattı başladı okumaya;

"Candan kıymetli anacığım ve babacığım... Mektubunuzu aldım. Ailece hepimiz sizleri özledik. Ancak biliyorsunuz buralarda geçim zorlaştı. Ekmek artık aslanın ağzında. Bebe belik de büyüdüler... Ellerinizden öperler. Küçük torununuz Hasan kızamık geçirdi. İşlerimiz de pek iyi değil anacığım. Taşeronlara verdiler işçileri, çoğunu kapı önüne koydular. Bizleri de yarı ücretli izinlere yolluyorlar. Din iman kalmadı desem yeridir. Babacığımın hasta olduğunu duyunca yıkıldım. Atlayın arabaya buraya gelin. Gelirken de yeşil kartını da yanınıza almayı unutmayın. Buralarda hastaneler rezalet. Kuyruk üstüne kuyruk... Neyse siz kafanızı takmayın. Evellallah canımız sağ oldukça sizlere bakmak boynumun borcudur... Mektubuma son verirken selam eder mübarek ellerinizden öperiz."

Bir an sessizlik kapladı ortalığı, çıt yoktu. Mehmet de Hamza ile Pakize’nin yüzlerine bakıyordu. Hamza’nın durmadan burnunu çekmesine dayanamayan Pakize, boynuna sarıldı, öptü sımsıcak yanaklarından... Sonra boğuldu yine Hamza öksürüklere... Pakize mendilini uzattı eline. Öksürmekten içi dışına çıkmış, artık ağzından kan da gelmeye başlamıştı...

Sabah komşuları Sadık’ın traktörünün sesine uyandılar. Kapıyı açtı Pakize, buyur etti içeri. Hamza sedirin üstünde boynu eğilmiş bir yana, pijamalarının üstüne kadife pantolonunu çekmeye çalışıyordu. Yapıştı incecik kalmış kollarından. Sarıldı solgun yüzüne, yanaklarını yapıştırdı sımsıkı... İçi dolu dolu idi.

- Hadi artık Hamza!.. Sen böyle yıkılacak adam mıydın beee... Kalk canlan, bahar geldi artık bak... Kuşlar börtü böcek ayağa kalkmaya başladı. Tez iyi olup gelesin aramıza. Diyeler ki; Hamza turp gibi olmuş artık öksürmüyor o kadar. Hem de çilingir sofrası kuracağız döndüğünde. Hani şu çok sevdiğin Asım’ın bahçesinde kafaları çekeceğiz...

Hamza, bitkin duruşuyla kaşlarını kaldırdı... Uykusuz gecelerin sabahında Sadık’ın bu umut veren sözleri karşısında iyice duygulanmıştı..

- İyi dinle Sadık... Çok günlerimiz geçti bu köyde... Acı tatlı anılarımız oldu... Rahmetli anam derdi ki; hastalık ölümün elçisidir. Bu hastalık beni yedi bitirdi... Evvel zaman idi, bir okul yüzü göremedik Sadık, cahil kaldık. Gün geldi, okumuş denilenlerin elinde oyuncak olduk. "Kurt kocayınca köpeklerin oyuncağı olurmuş" derler. Hayat bir nehir, bizler de nehrin üzerinde dal parçası misali sürüklendik buraya kadar. Allah’ın verdiği yaşam müddeti nereye kadarsa oraya kadar yaşarız. "Ecel gelmiş cihane, gerisi bahane" Onun için hakkını helal et. Gidip de dönmemek var, dönüp de görmemek...

Sadık da duygulanmıştı iyiden iyiye...

- Helal olsun, o nasıl söz öyle... Hadi giyin üzerini de kasabaya arabaya kavuşalım...

Sadık koluna girdi Hamza’nın. Bahçe kapısından çıkarken Hamza arkasına doğru çevirdi boynunu, baktı, baktı, baktı... Köylülerle sarıldılar birbirlerine. Hepsine sarıldı. Tek tek helalleşti. Pakize traktörün römorkuna kilim, battaniye, minder serdi... Hamza’nın yanına oturdu, sarıldılar birbirlerine...
Kasabaya geldiler. Terminalin köşe başında, yıllardır küs duran, bayramda bile kapısını açmayan kardeşi Feyzullah’ı gördü... Feyzullah geldi yanına...

- Ağabey gidiyor musun? İnşallah iyi olur gelirsin.

Hamza yine de kıramadı Feyzo’yu, sarıldı boynuna, ağzından tek bir kelime çıkmadı... Bu durum Feyzo’nun yüreğine ok gibi işledi... Otobüsün ortasındaki koltuklara oturdular...

Hamza otobüsün camından dışarıları seyrediyordu... Terminalin en köşesinde Feyzo oturmuş, otobüse bakıyor, bir yandan da ellerini kafasının arasına almış ağlıyordu... Hamza muavine seslendi;

- Muavin kardeşim, şu karşıda duran adam var ya... İşte o benim kardeşimdir. Ona bir şey iletmeni isteyeceğim.
- Amca araba kalkıyor, diyemem dedi.

Sonra baktı ki, hasta hali, belliydi... Az çok anlamıştı.

- Tamam tamam, ne diyeceğim söyle.
- De ki; ağabeyin sana hiç kırılmamış. Hakkını helal etti, o da etsin. Ederse el sallasın.

Muavin koşa koşa Feyzo’nun yanına vardığında otobüs de kalkıyordu. Muavin diyeceklerini dedi, hareket halindeki otobüsünün ön kapısından içeri daldı.
Hamza yolun karşısında Feyzo’nun el salladığını görünce içi rahatladı, derin bir oh çekti...

Ertesi sabah Sirkeci Otogarı’na vardıklarında, iyice yorgun ve bitap düşmüştü. Terminale yanaşan otobüsün kapısından içeri giren Cemil, anasını babasını görünce dayanamadı, gözleri doldu, sarıldı boyunlarına...
Eve geldiklerinde çocuklar da okula gitmek üzere kahvaltı yapıyorlardı... Dede, dede diye boynuna sarılan küçük Hasan dedesinin ağarmış sakallarını çekiştirdi bir müddet... Pakize de geliniyle hasret giderdi...

- Bugün dinlen baba, yarın hastaneye götüreceğim seni olur mu? dedi Cemil.
- Tamam oğul, sen ne dersen öyle olsun...

Ert
Favorilerinize ekleyinAnasayfaya dönPaylaşın
cosmoturk önerisi
GÜNLÜK FALINIZ
HAVA DURUMU
Anket
Aşk mı, Para mı?
Aşk
Para
>