>

DİĞER HABERLER

Kadınlarda 32 yaş krizi

"29’umdayken Elif 32 yaş krizine girmişti. Bir anda evlenmek, çocuk doğurmak isteği ile yanıp tutuşmaya başladı. " Mürsel Sezen'in bugünkü yazısını okumak için tıklayın...
 
   
 
 
     
Kadınlarda 32 yaş krizi

29’umdayken Elif 32 yaş krizine girmişti. Bir anda evlenmek, çocuk doğurmak isteği ile yanıp tutuşmaya başladı.
Birine vuruldu. Sürekli onun peşinde koşuyor, hiçbir şeyi gözü görmüyordu.
“Benimle evlensin, ondan ne maddi bir şey, ne de babalık yapmasını bekleyeceğim. Sadece aileme ‘evliyiz’ diyebileyim. Gerisini ben hallederim” diyordu.
Bunun bir kaçış olduğunu çocuklar bile anlardı ama o kadar umutsuzca istiyordu ki bunu... Karşısındaki insanı korkuttu, sonra da yaşamı paramparça oldu, kendini alkole verdi.
32 yaşına gelip de bu salgına tutulan çok kadın duydum, gördüm, hatta bizzat yaşadım.
Bazıları 30’unda, bazıları en geç 33’ünde giriyor bu krize...
Çocuklardan nefret eden kadınlar bile bir bebek gördü mü kendini kaybediyor, hemen okşamaya başlıyor ve anneye özenerek bakıyorlar.
Bekleyince geçiyormuş.
Öyle diyorlar...

Beklemeyip karşısına ilk çıkanla evlenenler de var.
Bedia da böyle yapanlardandı.
32 yıllık yaşamında dört beş kişi ile uzun süreli ilişkiler kurmuş, hepsinin sonu hüsranla bitmişti. Sevgiye kızgın ve kırgındı. Demek ki sevgi ile olmuyordu bu işler, mantıkla yürüyordu.
O da ailesi aracılıyla tanıştırıldığı, iyi kısmet gözüyle bakılan bir doktorla evlendi.
İlk çocuğunu evliliği daim olsun diye doğurdu. Evliliğin sekizinci aylarında aslında anlaşamayacaklarını anlamışlardı, yine de karnında taşıdığı bebeğin hatırına evliliklerini devam ettirme kararı aldılar... En azından bebek bir-iki yaşına gelene kadar.
İlk bebek ayrılık kararını erteletmişti ya aile büyükleri Bedia’ya akıl verdi.
İkincisini doğurursa ayrılmazdı kocası ondan.
Öyle de oldu, ikinci hamileliğinde kocası ayrılma kararından tümden vazgeçti.
Bu geri dönüşü olmayan bir yoldu. Madem girilmişti bu yola, sonuna kadar gidilecekti. Mutlu olmayı denemekten başka çare yoktu.
Doktor mutluluğu 24 saat süren nöbetlerde buldu. Haftada sadece bir iki gün eve uğruyor, onun dışında hep çalışıyordu. Bedia ise kafasını dağıtmak için part-time bir işe gidip geliyor, geri kalan zamanlarını çocukları ile uğraşarak geçiriyordu. Yazları iki-üç ayını anne-babasının yazlığında geçiriyordu. Bu aylar doktorun bekarlık günleri oluyordu. “Tatsız tutsuz, ot gibi yaşayıp gidiyoruz” diye özetledi bir gün hayatını. Bir tek anne olmaktan pişman değildi ama bu da hiçbir şeyi kurtarmıyordu.

İnsanın hayatında sıkı durması gereken dönemler olur.
32. yaş da kadınlar için böyle bir süreç.
“Eyvah her şey için çok geç kalıyorum” kaygısı, “Herkes evlendi, ben hala bir yuva bile kuramadım” derdi kadınları panikletiyor.
Gençlik coşkuları geçmiş oluyor, bir ilişkinin ne olabileceği üç aşağı beş yukarı tahmin edilebiliyor. Hele de birkaç kez terk edilmişlerse...
Büyük umutlarla başlanan iş yaşamında da “hanya-konya” görülmüş oluyor.
Bazen attıkları yanlış bir adım ömür boyu mutsuzluklarına sebep oluyor.
Böyle durumlarda iyi örnekler kadar -evlenip mutlu olanları kastediyorum-, kötü örneklere de bakıyorum.
Kadınlar kendi değerlerini “evliliğe değer görülüp-görülmeme” ekseninde ölçüyor ve hata ediyorlar. Başka katsayıları da var hayatın.
En önemlisi de kendi ayakları üzerine sıkı sıkıya durabilek.
Başkalarının zeminlerine atlamaya meyilli olmamak.
Hikmet Suner’in yazısı bana bunları düşündürdü ve Pavese’in bir cümlesini hatırlattı. “Dünya nasıl olması gerekiyorsa öyle” diyordu Pavese. “Kendini kurtaramayanı hiç kimse kurtaramaz.”
Bir de “Ancak sen izin verdiğin sürece başkaları seni üzebilir” cümlesi.
Kendi kıymetinizi bilin arkadaşlar, kimsenin sizi üzmesine ya da “kurtarmasına” izin vermeyin.
Kurtarılmaya değecek bir hayat yaşıyorsanız, bir yerde yaptığınız bir hata var demektir ve evlilik bile sizi kurtaramaz, ancak mutsuzluğunuzu geciktirir.

msezen@boyut.com.tr
Favorilerinize ekleyinAnasayfaya dönPaylaşın
cosmoturk önerisi
GÜNLÜK FALINIZ
HAVA DURUMU
Anket
Aşk mı, Para mı?
Aşk
Para
>