>

DİĞER HABERLER

Lucky ile Ben

"Herkesin hayatında bir "melek" vardır.. Benim, annemden sonraki ikinci meleğim 2 yıl önce girdi hayatıma.. " Zahide Erkök'ün yazısını okumak için tıklayın...
 
   
 
 
     
Sabrı ile dokudu sevgisini yüreğime.. Yaptığım yanlışlarda beni azarlamak yerine "bunu yapsan daha iyi olurdu" dedi hep o güler yüzü ile..

Sevgili Dostum Zahide ve onun hayat arkadaşı Lucky'nin hikayesini okuyacaksınız. Zahide'nin güzel kelimelerinden. İyi Okumalar...

Serpil Şahin



Bir öyküye başlamak, bir sevgiye başlamak kadar kolay mı? Başladığın yerde öykün sevgi, sevgin öykü olur çıkar. Yaşam SEVGİ’dir.

LUCKY İLE BEN

Yaşam
Yaşam senin için nedir Lucky, bu konuda ne düşünürsün; sessiz, içten bakışlarınla? Anlat; anlarım seni ya da anlamaya çalışırım, ama yaşam sadece benmişim gibi sevgi ve sadakatinle içime işleyen bakışlarını, gözlerime bırakma olur mu? Ben insanların ayakları üzerinde durmasını istedim ve istiyorum da...Kendi yaşamları olsun, doğa ve doğallık içinde güzel insanlarla mutlu olsun, sevsin-sevilsin, çoğalsın ve paylaşsın... Birilerine bağımlı olmalarını değil, Lucky... Senin bakışların dokunuyor bana, ve bu denli bağlılığın... Sokaklara git, arkadaşlarını bul, koklaş, oyna onlarla dediğimde; gitmelisin, beni beklememelisin! Ben, mutluluğunun bir parçası olmalıyım, tamamı değil...Dinlemelisin beni Lucky, ve sokaklara atmalısın kendini, bir sürü yaşanmamışlıkla dört duvar arasında, beni bekleyerek ölmeni istemem. Kimin kimden önce öleceği belli değil ama, o yükü de bana bırakma olur mu? Taşıyamam... Sonra çok üzülürüm. Ya sen? Beni, körü körüne bu denli sevdiğin, bağlandığın, yaşamını bana adadığın için üzülmez misin?... Üzülürsün Lucky, hem de çok üzülürsün. Yapma olur mu, geç de olsa yaşamı yakala ve yaşa...
Annem, benim işte olduğum saatleri sayarmış,12.00 olunca gün yarılandı, 15.00 olunca üç saat kaldı, 18.00 olunca ‘’yaşa Zahide’nin eve gelme vakti geldi’’ diye sevinirmiş. Bir Cumartesi günü saate bakıp, su gibi yeşil hüzünlü gözleriyle, ışık gibi gülümserken yakalamıştım onu. ‘’Sen yanımdasın, ne güzel’’ demişti. Bunu ölümüne yakın söylemişti; içinde tuttuğu bir sürü özlemle...


Arkadaşlar
Aileme ve arkadaşlarıma senin ailen ve arkadaşlarınmış gibi seviniyor ve sahip çıkıyorsun. Kapı çalınca benden önce koşuyor ama kapıyı açamıyorsun, gene beni bekliyorsun. Bu beni üzüyor; aç kapıyı, gelenleri içeriye davet et, ağzında taşıdığın terlikleri ver ayaklarına. Hayatı paylaşmak, yol göstermek, ağırlamak ve sevinmek budur. Pati uzatıp, hoş geldin demelisin, acılarını ve sevinçlerini paylaşmalısın, çay-kahve yapmalısın, masa hazırlamalısın. Öğrenmelisin bunları!.. Aşağı yukarı benim yaşımdasın ve üstelik çalışmıyorsun da.

Ne çok isterdim; günlerden bir gün evi tertemiz yapsan, yaptığın lezzetli yemeklerle, mum ışığı ve çiçek kokuları içinde arkadaşlarını sofraya buyur etsen, dinleyerek büyüdüğün CD’lerden bir tanesini müzik setine yerleştirsen ve çalmaya başlasa, taa otoparktan duysam müzik sesine karışmış, senin ve arkadaşlarının eşlik eden neşeli-keyifli hav hav seslerini. Acaba ne yapardım?...Ya sen Lucky?


Miras
Ben ölsem mirasım sana kalır. Ama nasıl? Önce velayetini üstüme almam gerekir, Erkök soyadını vermeliyim sana,’’Lucky Erkök’’. Sevdin mi? Şekilselliğe takılmazsın bilirim, kimseye verilecek bir hesabımızda yok, mutlu ve huzurlu olmaktır amacımız ve gül gibi yaşayıp gitmek.
O kadar çok sevinme Lucky, miras dediğim sadece beşte bir ev hissesi, onu sana vermezler, hiç umutlanma ve hisse konusunda kimseyle didişme, senin huzurlu, tokgözlü ve mütevazi yapına hiç yakışmaz. Tüm asaletinle hisseni devret ve git. Aç kalmazsın, merak etme! Benim emekli maaşım az da olsa sana kalacak. Yakıt, elektrik, telefon, internet faturası, giysi, ev eşyası vs. bedeli ödemek zorunda kalmayacaksın.
Ayrıca, sana bırakacağım ikinci el onbeş senelik bir araba da var. Arabayı kullanmasını öğretmem gerekiyor sana, o tamamen bana ait. Ana hakkı olarak; o, senin Lucky. Alır başını gidersin kırlara, benim yaptığım gibi...Ölüme yaklaştığımı hissettiğin an,-ki hissedersin, hatırlat bana, depoyu benzin ile doldurayım. Sonra benzinin biterse, güzel tehlikesiz bir köşeye çeker, kendine barınak yaparsın.
Banka hesabı bırakacağımı düşünme! Uçucuna yaşadığım bir yaşamım var. Sağdan soldan borç alma! Almazsın biliyorum, isteyemezsin, gururlusun benim gibi. Üzülme Lucky, yaşamına yeter o para. Aşılarını ihmal etme, kalan parayla kocaman kemikler al, oyalanırsın ve zaman çabuk geçer...
İnan bana! O para gerçekten yeter.
Sen benim tüylü oğlumsun, tüm fertleri düşündüğüm gibi, seni de düşünmeden edemem ki...


Çocuklar
Hala bir çocuk gibi şaşkın bakıyorum yaşama!
Bakıyorum da, çocukları kendin gibi görüyorsun; saf, temiz, içten, meleksi ve savunmasız...Onları kendine çok benzetiyorsun, biliyorum. Oyuncakçı dükkanının önünde çocuk gibi oturup havlayan, bahçedeki topları kaçırıp saklayan, kapıda çocuk sesi duyar duymaz, izin ister gibi yüzüme bakan dili olmayan bir varlıksın ve anlatmayı biliyorsun. Şımarıklık ve pervasızlık ne çok yakışıyor size. En çok hoşuma giden şey ise; bir yerine birşey olduğu zaman salya sümük ağlamıyorsun. Hiç sevmem öyle çocukları, iyi ki ağlamıyorsun. Ben duygulanıp, gözleri yanan, arkasını dönüp, yaşını içine akıtan insanları ve çocukları severim.
Hiç unutmam Lucky; bir gün duvardan atlarken, patine cam batmıştı, bir çocuk gibi, pür telaş nasıl da eve koşmuştun, anneciğinin yanına. Tentürdiyot sürüp, sarıp sarmalamıştık yaranı, bir çocuğa yaptığımız gibi. Eren, o güzel çocuk aklı ile, ambülans çağırmak istemişti, sen de konuşabilseydin aynını yapardın herhalde, değil mi?
Ya, Emre ile oynarken, onun kolunu çizdiğin günü hatırlıyor musun? Emre, ne çok ağlamıştı ve sen ne yapacağını şaşırmış vaziyette, pervane gibi dolaşıyordun etrafında; bir bir oyuncaklarını taşıyarak. Emre hiç susmadı, halbuki ağlayan bir çocuk değildir. Sonra sen ne yaptın; kendi patini ısırdın be Luck. Neden yaptın bunu, anlamı ne idi, anlatsana bana...Ancak, bu şekilde mi teselli edebildin kendini ve bizi. Nasıl bir yürek taşıyorsun böyle!
Senin bebekliğinde; anneleri Japon, iki kız kardeş Hakça ve Mevla Han ve onların arkadaşı Elif’i hatırlıyor musun? Şimdi Hakça 18, Mevla 16, Elif 17 yaşında, Hakça Han, sana olan tutku ve sevgisinden dolayı veteriner olmaya karar verdi, yaşlılığında o bakacakmış sana. Ben, yaşamında olmaz isem, bunu hatırla ve ara, onlar güzel genç ve güzel insan olma yolundalar, yanına gelip ilgilenecektir seninle.
Bir de, o güzel çocuklar, doğum günümde; hiç unutamayacağım bir jest yapmışlardı, okul harçlıklarından arttırıp aldıkları bir buket çiçek ve bir oyuncak ile. Oyuncak bana değildi, sana Lucky, hemen kafanı kaldırıp bakma yüzüme öyle! Ve, bir not vardı üstünde; ‘’Zahide teyze, bizi eve davet ettiğin, Lucky’i sevdirdiğin, bizi hep güler yüzle ağırladığın için çok teşekkür ederiz, doğum günün kutlu olsun’’ Bu anneleri Japon olan kızlar, annelerini benim gibi yeni kaybetmişlerdi. O küçük güzel akılları ile beni de teselli ettiler.
Ya Diloş, o uzun bal rengi-lepiska saçlı güzel kız, annesi Yakut’a kilometrelerce yol katettirip, seni kaç kez görmeye geldi. Kimse seni evine almazken, onlar evine davet etti. Sana güzel kurdeleler takıp götürmüştüm. Sahilde mutlu bir çocuk, sen ve mutlu bir ben vardı. Hangimiz daha çocuktuk sence? Sen yanımda olmasaydın, Dila bu kadar mutlu olur muydu? Kaşlarını gene kaldırma öyle! Ne çok bilirsin sevildiğini.
O iki yalın ve tertemiz dünya, yıllarca beni büyülemiştir Lucky. Severim pırıltılı çocuk dünyasını...Seni sevdiğim kadar.
Sen benim olduktan sonra, ne çok çocuk arkadaş girdi dünyama ve büyükler. Bu senin sadık ve sevecen dostluğunun yansımasıydı. Hala görüşüyoruz onlarla...Sen mutlu, ben mutlu.


Sevgi
Lucky, sevgi konusunda anlatacakların çoktur diye düşünüyorum, ne dersin? Çünkü gerçek ve koşulsuz sevgi senin yaşamın,tepeden tırnağa sensin be evlat. Bunu; adamdan, benden hatta Mevlana, Tagor, Konfüçyüz ve Brahma Baba’dan daha iyi anlatacağına inanıyorum. Ah bir konuşabilsen, kafama vura vura bir anlatabilsen sevgiyi. Biraz daha ısrar edersem sevgin adına konuşur musun? Yaparsın eminim. Ama o zaman sana köpek diyemem, doğanı bozmuş olurum. Sen gene böyle kal, tüylerini okşamak, sıcaklığını hissetmek bana yeter.
Sana bir soru Lucky. Sevmekten hiç yorulduğun oldu mu? Sadece kulağın ya da kuyruğunla cevap verebilirsin, başka türlü anlatmaya çalışma!
Sana bakıp, sevgiyi düşünmek, gözlerindeki anlatımı hayata geçirebilmek çok güzel ve özel.


İnsan
İnsan gibi insan olmak.
İnsanlığın tüm evrelerine, iyi insan olmanın tüm erdemli yaklaşımlarına vakıf olup, bunu dilimin döndüğünce, anlatabildiğim kadar anlatmak isterim. Yaşamımdaki tüm insanlar, okuduğum kitaplar, bana güzel ışık demetleri ile yol gösteren insan insanlar...Herbirini sevgi, saygı ve rahmet dileyerek anıyorum. Belki şu an birçoğu yaşamımda yok. Ama kocaman yürekleri; incelikleri, bakış açıları, duyarlılıkları ile yüreğimin içinde ve her daim yanımda ve beraberimdeler.
Sevgili Lucky, sessiz dünyanda; iyi niyet kokan o kokuyu çok iyi ayırdedebiliyorsun, kötüyü ayırdedebildiğin kadar değil mi? Zaten,evren başlıbaşına iyi bir öğretmen, sen de evrenin bir parçası olduğuna göre, ne çok şey öğretebilirsin bana ve insanlara. Yeterki; korku ve önyargılarını yenip, sana yaklaşabilsinler. İddia, ego, hırs, kıkançlık, rekabet, korku, mutsuzluk, öfke, şüphe yok senin dünyanda. Sadece, sükunet, sevecenlik, samimiyet, güven ve sadakat ile bezeli dupduru dostluğun var. Bakmak ve görmek arasındaki fark çok önemli Lucky. Sen görenlerdensin...
İnsanım diye kendini taşıyabilmek çok nadide değerlerden oluşur. Bu oluşumda, ana hatlar; aile, eğitim, çevredir. Sonrasında ise, yüreğini açabildiğin kadar evren sana yardımcı olacaktır diye düşünüyorum. İşte burada beş duyu çok büyük rol oynar, senin içgüdülerindeki gibi. Ben, 18 yaşımda, burnunda bir çiçek ile dolaşırken çok sevgili Erdoğan Özdamar, bana, ‘’İnsanı, doğayı, sanatı beş duyusu ile seven insanlardan korkma! Sana, onlardan asla zarar gelmez’’ demişti. İşittiğim bu söz; bunca yıldır kendimde dinlediğim oldu...


Hastane
Bazalika usulu kocaman bir avlu,aralara serpiştirilmiş taşlar, çiçekler ve yemyeşil otlar, avlunun tam ortasında Meryem Ana heykeli, dört bir tarafta ikişer katlı binalar... Yıllar önce savaşta yaralananları tedavi etmek için kullanılmış, şehrin göbeğinde olan bir hastane. Bakınca göze çok hoş görünüyor, ya da dışardan hasta ziyaretine gidersen.
Seni götürmek istemedim Lucky, çok etkilenir, içine atar ve üzülürdün. Çünkü orada yatan senin çok sevdiğin bir insan. Aslında hayat her şekli ile bilinmeli, acısı tatlısı beraber yaşanmalı. Bu görüntüleri senin de yaşaman gerekiyor. Öğrenmelisin. Yaşam kafanı eğerek yürümek değil Lucky. Pışpışlanmak hiç değil. Bazan öyle sert kayalara çarpıyorsun, tanımadığın öyle olaylarla karşılaşıyorsun ki; paramparça oluyorsun. Yaşamın ikilemleri çok. Doğum-ölüm, gece-gündüz, iyilik-kötülük, güzel-çirkin, hastalık-sağlık...vb. kabul etmek zorundayız. Üzülsende, ağlasanda, için yansada devam eden bir yaşam var.
Ruh denen şey, hassas-ince iplerde dolaşıyor. Bir de bakıyorsun kopmuş, gen ve üstüste yaşanan travmalar, yüksek pencereli, yarı demir parmaklıklı odalarda; bilmediğimiz, hayal edemeyeceğimiz çareler üretmiş. Dışarıda için cız ederken, saniyeler geçmek bilmezken, ‘’girmeyin, unutamazsınız’’ diyen doktoru dinlerken, yok olan yaşam kırıntıları perde arkasında kalmış oluyor. Biz yaşarken; o yaşananan yaşam artık yok Lucky, yok.

İyi ki yok...
Yıllar öncesi, onunla seyrettiğimiz ‘’Guguk Kuşu’’ filmini gerçekte yaşamak, daha çok acı verdi. İyi ki, seyretmedin o filmi, iyi ki hastaneye gelmedin Lucky..

Gencecik bir varlık var, biryerlerde. Ona ne demeli! Yaşamını bitirdiği yerde, başka yaşamları yaşamaya koşulmak ne demek? Onu anlatmak çok zor; Onlar benim sızım, kanayan yaram. İnan buna Lucky!


Tatil
Seninle tatile çok fazla çıkamadık. Ama bil ki, gittiğim her yerde seni çok aradım ve özledim. Canımdan bir parça gibi...
Annemi de çok özlerdim, onu bırakıp gittiğim zamanlar.
O bakışlar?...Geride bıraktıkların mı, giderken yanında götürdüğün bakışlar mı daha çok üzer insanı, o bilinmez. Ama dünyayı yanımda götürecek kadar gücüm hiç olmadı. Hep hüzünlü karelerdi yanımdakiler.
Saroz’a beraber gitmiştik Lucky, ne çok serüven yüklü idi gezimiz. Patron gibi kurulmuştun arabanın arka koltuğuna, bir an önce yolun bitmesini umudederek... O yol bitti, gördüklerin seni doğal yaşamına fırlattı attı. Zıp zıp dolaşan kuyruklu varlık, denize girmeyi ve yüzmeyi nerede öğrendin bakim; peşinde binbir çocukla?
Çocuklar hergün yolunu bekler oldu; dost ve şen kahkahaları ile...Ben, sen,deniz, çocuklar ve güzel bir tatil.
Dönüş günümüzde; seni çocuklarla bırakıp, ayaklarım suda, bir sandala yaslanıp, sizi seyretmiştim. Bir an beni gözden kaybedip, şezlongun yanına geldiğinde o panik neydi Lucky? Sağa-sola, yukarı-aşağı koşturup beni arıyordun. Dakikalar sana çok uzun gelmişti, ya seni bırakıp gittiysem? Şezlonga eşyalarımın üstüne oturup beklemeye başlamıştın. Gelecek olanı bekler gibi...Sesimi duymak sana yetmişti, sonrası, mutluluğun şezlonga uzanmak ve hiç kıpırdamamak olmuştu; ben, çocuklar ve büyüklerin şaşkın bakışları içinde ve onlara rağmen. Günler boyu ne sen yoruldun, ne de onlar. Nasıl da kilo vermiştin, o tertemiz doğada.
İstanbul’a döndüğümüz gece rüyanda; neler gördün, kim bilir? O tepinmelerin ve gülüşüne bakılırsa oradaki yaşantın devam ediyordu yan duvarlarda?...
İşte! zamandan çaldığımız bu güzelliklerdir; bizi yaşatan, yastık ve duvar aralarında...


Okul
Çocukluğumda ‘Barbiana’ diye bir kitap okumuştum, kitabın adı mı, yoksa kahramanın adı mı hatırlamıyorum.
Lucky sen okula gitmek istemedin, ben de bu konuda ısrarcı olmadım. Okumak isteseydin, bunu hissettirseydin, ne yapar eder, seni okula gönderirdim. Belki kolej olmazdı, ama senin daha iyi yetişmen için birçok şey yapardım.
Barbiana’da; okul anlamsızdı. Kullanmayacağımız bir sürü yığıntıdan ibaret. Haklıydı da...Geometri, cebir, coğrafya ...vs. öğreniyorsun ve hatırlamıyorsun, hatırlasanda kullanacak yer bulamıyorsun. On beş senelik bir süreç, üretmeden tükenip gidiyor. Çocukluk ve gençlik yaşanmadan koşar adım bir yerlerde yitiyor. Puanın yeterli gelmiyor, istemediğin bölümde okuyorsun. Branş seçiyorsun, tam tersi yerlerde çalışıyorsun.
Duru yaşam, rekabet ile kirletiliyor.
En güzelini yaptın Lucky. Ne kendini, ne de beni zorlamadın. Herşeyi yaşayarak öğrendin. Ve güzel olanları aldın yaşamına. Okuyan insanlardan çok daha mutlu ve bilgilisin. Seçim hakkım olsaydı, ben de aynını yapardım. Ana-oğul aynı kafada olunca bir problem kalmıyor.
Ama senin izci olmanı, o kıyafetlerle dolaşmanı isterdim. Çokta yakışırdı. Zaten yapında da bu var. Akut’da çalışıp, dağ-tepe dolaşıp, misyonun doğrultusunda ne çok iş başarırdın değil mi? Ben de sana katılırdım Lucky, yalnız bırakmazdım. İzci kıyafetini ben de çok iyi taşırdım...
İçinde ukde kaldı mı Lucky? Bu kirletilmemiş saflık içinde mutlu musun?


Politika
Hah, tam senlik bir iş. Bakma bana öyle! Şaka yapıyorum.
Cam önünde; arada bir etrafı seyretmek,akşamları beni beklemek, iki-üç ayda bir babayı karşılamak ve uğurlamak için oturduğun bir koltuğun var. O sana yetiyor. Daha iyisini almak,çalıp çırpmak, çirkinleşmek hiç sana göre değil. Biliyorum.
Politika için ‘’iki ucu boklu değnek’’ derler, sen yapıp kaçıyorsun zaten...


Kavga Etmek
Bu ne demek diye sorma Lucky...Sana hiç uygun değil.
Kavga ortamında büyümedin ki,-anlayasın. Böyle durumlarda; sen köşe bucak kaçacak yer ararsın. Bir-iki kez şahit olmuştun böyle tartışmalara. İnsanlar birbirini sözle hırpalayabiliyor, kimi daha da ileri gidip, elini ayağını da kullanabiliyor. Ama benden kaynaklı değil lucky. Kavga; benim, çocukluğumdan beri hiç sevmediğim şeydir
Güzel güzel konuşmak varken, ben böyle düşünüyorum, ya siz ne düşünürsünüz demek, olayları ‘’kazan-kazan’’ a dönüştürmek gibi bir düşünce varken. Neden bağrılır, çağrılır hala anlayamadığım birşeydir, anlayamayacağım da... Ben anlamazken, sen nasıl anlarsın ki...
Lucky sana bir itiraf...Ben kısa boylu, kirli esmer suratlı, ayak bileği kalın insanları sevmiyorum,yaşanılanlarla sabit bu... Biliyorum onların yaratıcısı da aynı. Belki yalnış yapıyorum, belki kırılacaklar ama uzamaları, renklerinin beyazlaması, bileklerinin incelmesi için bayağı bir tekamül gerekecek gibi geliyor.
Ama bakıyorum da sen de sevmiyorsun. Yolunu değiştirmenden anlıyorum bunu. Ne güzel yapıyorsun Lucky...O zaman benim yetiştirdiğim bir oğlan olmandan gurur duyuyorum.
Bir çirkeflik yapışmış üstlerine, atamıyorlar,gürültü çıkarmayı marifet sanıyorlar değil mi?
Hazır kavga açılmışken, işten geç çıktığım günlerden birinde, eve bir lokma çiş yapmayan seni gezdirmeye çıkarmıştım. Sevim bakonda idi, onunla konuşurken, iki tıknaz-kısa boy peydahlandı yanımızda. Kafası önünde koku peşinde olan senden korkmuşlar. ‘’Alın şu pis köpeğinizi korkuyoruz’’ dediler, ben de ‘’o uysal bir ev köpeğidir, ayrıca çok korkuyorsanız kaldırım değiştirebilirsiniz’’ dedim. Dedim demeğe ama kocaman bir tekme savruldu, senin o güzel ipek tüylü karnına. O hırsla döndüm, adamın yakasına yapıştım.
Ya senin yaptığın Lucky, iki kişinin arasına geçip, heyecan içinde gövdeni gövdeme siper ederek o güzel patilerini boynuma sardın. Amacın kimseye zarar vermek değil ki,sadece beni korumak. Ellerim yavaşça sıyrıldı, o pis yakadan ve gözyaşlarımı tutamadım. Anlatmaya çalıştığn o kadar çok şey var ki Lucky. Seninle yaşamanın güzelliği bu. Ama anlayana...


Anne
Anne illaki aynı türden mi olur Lucky? İnsan anne, köpek anne, kedi anne...Gerçek anneleriniz, sizi, içgüdüsel olarak bir zaman sonra kendi başına bırakırmış.Belki onu çok özlüyorsun ve beni görünce hüzünleniyorsun, belki benim yerimde onun olmasını istiyorsun, çok küçük yaşta evlatlık verilmiş bir çocuk gibi. Eğer kabul edersen ben senin annen olmak isterim ve hiç bırakmam da. Acaba bırakmam daha mı doğru olurdu, kendi başına olman? Onu bilmiyorum. Anlamadığım bir duygu. Bunun cevabını en iyi sen verirsin. Bir gün, bu soruyu sana sorsam üzülür müsün?
Benim annemin çiçeklerden oluşan güzel elleri, su gibi bakan yeşil gözleri, herkesi sımsıcak kucaklayan saf-temiz bir yüreği vardı. Gitti Lucky, o da beni bırakıp gitti. Gitmenin hemeni ve sonrası yok, yaşıyorsan; bu yokluklar hiç kimse tarafından hiçbir zaman doldurulamıyor. Özlemler peşi sıra ardarda sıralanıyor; günlerin her deviniminde. Bayramlar, günler anlamsızlaşıyor, gidecek, kutlayacak birilerini arıyorsun, ya sana çok yakın, ya da çok uzak...
Yalnızlığında; sarılacak sıcak bir kol arıyorsun veya yanaşacak mis kokulu yumuşacık bir yanak. Sevinçlerinde zaten sevinç içinde uçuyorsun. Ya hastalık ve sıkıntıda; işte o zaman ipeksi melek yaklaşıyor yanına. Ya eliyle ateşine bakıyor, ve üzerini örtüyor ya da sesi ile ‘’Üzülme! Herşey düzelecek’’ diyor. Gözünü açmak istemiyorsun, uzaklaşmasın hep yanında kalsın diye ama yavaşça süzülerek gidiyor...O gidişleri durduramıyorsun Lucky, dokunamıyorsun ona.
Annem yaşarken yani senin büyükannen, hastalanmıştım. O da çok hasta idi. Yanında yer açtı ve elini başımdan hiç çekmedi. Uyumuşum, uyandığımda; biri bana dua okuyordu, öldüm sandım, meğersem bana nazar değdi düşüncesi ile astımın onu zorlamasına rağmen, merdivenleri tırmanıp Gül teyzeyi çağırmış, ve gene baş ucumda bir kase içine ekmek doğranmış yoğurt. Çocukluğumdan beri baş ağrımda; halamın bana sunduğu yiyebileceğim tek yiyecek. Halam da çok özel bir insandı, anne gibi...
Lucky, bu anneler ya da anneliği üstlenmiş olanların yüreği her zaman ve her şartlar altında kocaman mı? Hiç araştırmaya vaktin oldu mu, bu yürekleri?
Astımlı bir hastanın, nefes almaya bile mecali yokken, hiçbir zaman anahtar kullanmamı istememek,’’bu kapıyı ölünceye kadar, sana, ben açacağım’’ demek, her sabah bana kahvaltı hazırlayıp, akşam dönüşüm için taze yemek yapmak, yemeden yedirmeye çalışmak ne demek Lucky? Ya ölünceye kadar seni bırakmayacağım demek, giderken beni de götürmek istemek???
Ya da her pazar abime 34 katlı Boşnak böreği açıp, pazartesi sabahı erkenden pişirmek ve beklemek? Çocuklarını, torunlarını görünce yüzünde gül taşımak, gülleri tek tek yollarına bırakmak?


Baba
Yaşam biryerlerde başlamıştı; başladığı yerde birsürü boşluklar bırakarak!
Böyle bir kavram; var mı? Varsa, sana ne anlatır, ne çağrıştırır, beyninde nasıl bir dalgalanma ve yüreğine oturmuş hangi kayaların ağırlığını hissettirir?
Kocaman bir yaşamda; üç-beş anıyı ipekler içinde hangi gizli yere saklarsın. Pembe pijama, güçlü bir kol, sıcak bir öpüş, sigara içme isteği, uzatılan toplu iğne, çınar yaprağı gibi uzanan bir el, okşanan bir baş ve ‘’melek kızım’’ sözü...Saklamak için çok yer kaplamayacak ama yaşamımın her karesinde ince ince hissedeciğim anılar bunlar. Sana sormak bile istemem; eline küçük tek anı bile bırakmadan çekip giden bir baban var belki...
Ben, ‘’aaa, baba gelmiş’’ deyince sen hemen koltuğuna koşuyorsun, ve sağa-sola bakıyorsun, adamdan bir baba yarattık sana, tıpkı anne gibi...
Ya bendeki baba Lucky; toprak desem değil, leylek desem değil, çiçek hiç değil???


Aile
Olmayan çocukları ellerinden tutup, hergün okula-çocuk parkına götüren, şekerleme alan, sevgi ve sorumluluğu sepetinde bir çiçek gibi taşıyan insan,
Çiçekleri ekip-büyüten, açılan çiçeklerle dünyayı renk renk bezeyen kadın,
Hayvancıkları besleyip, büyüten, bembeyaz duvarlar arasında konuşturan coşturan adam,
Ne kadar fedakar, duyarlı, üretken ve kalabalıksınız.


Hassas noktalarda dolaştığım, yarana parmak bastığım bakışlarından ve iç geçirmenden anlaşılıyor. Anne, baba, aile konularında; hassas olan sen misin, yoksa ben mi?
Aile, kocaman sevgi ve saygı yumağı olmalı Lucky! O huzurlu sıcak kollar seni dimdik ayakta tutmalı! Sorunlar; dışarıdan bir başka insana gerek kalmaksızın aile içinde çözülmeli! Aile çadırı kocaman olmalı; hala, teyze, anneanne, babaanne,dedeler, dayı, amca, yeğen, torunlar ve onlara bağlı yeni insanlar...Herkes birbirine sevgi ve saygı ile bakmalı, konuşmadan anlaşmalı. Ahenk, güzellik, mutluluk, özgüven; balkon ve camlardan sakız sardunya gibi rengarenk sarkmalı. Etraftakiler bu huzura tutunmalı, gıpta ile bakmalı ve gördükleri bir çift gözü çoğaltan sevinçler olmalı.
Yorulduk, bizim aile yoruldu...Haklılarda. Eğri-büğrü giden aileye tutunmak yerine; doğru gittiğini düşündükleri eğriler içinde debelenip duruyorlar. Kim yendi bizi, ya da kime karşı yenildik? Zaten mini minnacık bayram sofralarımız, yaban ellerin sofralarına taşındı, beş-üç-iki derken kaldık tek başımıza lucky...Büyüklerimiz; sofrasını emanet edecek insan bulamadı mı, ne? Annem gittikten sonra yaşadığım ilk bayram sabahı çok acı gelmişti bana.İlk onsuz geçecek bayramda; o sofranın börekleri, sarmaları, köfteli çorbası, tatlısı taşınmamalıydı başka sofralara...
Şimdi sardunyalar, ortancalar ve güller masum birer başak gibi... Dökme su ile döndürmeye çalıştıkları değirmenlerinde unlarını öğütmeye çalışıyorlar.


Çiçekler
Seninle gezerken, köşe başındaki renk renk çiçeklerin olduğu minik serada, ne hoş bayanlar ve beyler var değilmi Lucky? İnsan seven, seni seven, güler yüzlerini eksik etmeyen. Bakıyorum da, oradan geçerken, sağa sola sallanan kuyruğunla kendini sevdirmeden geçmiyorsun. Aslında sevgi budalası hiç olmadın sen, kendinden emin tavrın çok hoşuma gidiyor.
Çözemediğim; çiçeklere olan tutkun. Nasıl koklayış o öyle! Sanki kokunun içinden geçmeye çalışıyorsun, o güzel tüylerini çanak yapraklarda bırakarak.
Yoksa Lucky, geçmiş yaşamında, çiçek satan çingene miydin? İnsan olsaydın, o tutkuyla parfüm imal ederdin diye düşünüyorum, ‘’Koku’’ daki adam gibi... ya da her çiçekten bal alan çapkın bir arı. Arılar, senin bu tutkunu bir görseler tüm iğnelerini çiçeklere saplayıp bırakırlardı, kıskançlıklarından. Dikkat et, sokmasınlar!
Evde ise; çiçekleri benden kıskanıyorsun, sabah onlarla konuşmam seni rahatsız ediyor niye?
Kalan en güzel miras...
Oraya, güzel ruhların cennetinden sevgi ile uzanan ve her sabah onları şifalı sularla sulayan bir el var...Sen o eli bilmezsin Lucky.


Köy
Yaşamı uslandırdık koşmuyor oradan oraya!
Hadi bakalım çıktık yollara, sen, ben ve arabamız, kendimize bir köy arıyoruz; doğu-batı, kuzey-güney.
Dar patika yollardan geçiyoruz...Çok uzaklardan gelen ıslanmış toprak ve ıhlamur çiçeği kokusu, kırmızı gelincikler, aralara serpiştirilmiş papatyalar...
Yola çıktığımızda bahardı, şimdi ise sonbahar. Müşkülpesentlik ruhumuzda...
Sağda, bir ağaç kovuğu ve içinden akan suyun gürül sesi. Bulduk mu, bulmaya mı çalışıyoruz? Yol bulmadaki yeteneksizliğim, beni Yaka Köyü’ne mi getirdi ne? Yıllar öncesi gözlerimi kapatıp, kucağına uzandığım, kokuları algıladığım, rüzgar-su-yaprak seslerinin uyumlu çırpınışlarına kendimi bıraktığım bu yer, o yer mi? Biraz daha gidelim, bakalım Üzümlü Köy yakınlarda ise, burası orası Lucky.
Burada, sana masa hazırlamaya hiç gerek yok ve bir de rakı, üzümler asmada, uzanıp yiyebileceğin uzaklıkta...rakıyı zaten sevmezsin.
Kalalım buralarda. Üç-beş insan, beş-on koyun, son zamanlarda keçi sütü ve peyniri de sever oldum, o da olsun, sana arkadaş bir köpek, küçük bir bahçe, bize yeter Lucky. Yaşlılığımızda; sükunet nene ve sükun dede olur, yaşar ve gideriz.


Yalnızlığın Beyazı
Yalnızlığın kolları var mıdır, uzanmak için...
Şairler-yazarlar yalnızlığı hep koyu anlatır. Ressamlar kopkoyu. Ya müzisyenler?
Ya sen Lucky? Bensiz gördüklerin koyu mu?
Yalnız insan zaten kopkoyudur, daha da ağırlaştırmanın anlamı var mı?
Ben, yalnızlığı her sabah yıkıyorum, bembeyaz bırakıyorum geceye. Gün mutlu, gece mutlu, Lucky mutlu, ben mutlu....Ne güzel demiş Ataol Behramoğlu ‘’Yalnızlığın mis kokmalı’’.


Mutluluk
Mutlu insan, mutlu bakış, mutluluk duymak, mutlu olmak...
Mutluluk, neden kısa süreli yaşanır. Neden çok az yazılır, paylaşılır.
Sevgili İsmail, senin bu konudaki sözlerinden ‘’Herkes ama herkes duygu sömürüsüne açtır, muhtaçtır ama yazmak, mutluluğu doyasıya anlatmak, yaşamak ve yaşatmak zordur, hem de çok zor. Değil midir ki; onun için mutsuzluk yazan milyonlar varken, mutluluğu tarif eden bir kaç kişidir’’ sonra düşündüm... Aslında hüzünlerin içinde de gizli bir mutluluk var.


Evin Huzuru
Evi mabet gibi kullanıyorsun, her odada tapındığın kutsal bir köşe. Benim de öyle! Ve yanısıra anılarla dolu...
Sana, balkonda yuva yapmıştık, kendine ait bir yerin olsun diye. Yaptığın ise, sabahları kısa süreli girip, koklamak, sonra terketmek ve eve koşmak. Neden illaki ev?
Bak şimdi aklıma ne geldi; sen evi o kadar çok benimsedin ki, komik İsmail, senin yuvana bir lamba, transistörlü bir radyo, yatak ve kitaplarımı koyup, benim oraya taşınmamın daha doğru olacağını söyledi. Bakıyorum da, hiç itiraz etmiyorsun. Ama olmaz lucky! Orası, yoktan varedilmiş; dut, kiraz, elma, şeftali, armut, kaysı, ayva, vişne, ceviz, palamut meşesi ağaçlarının feda edildiği sıcacık baba evimiz ve içinde evcilik oyunlarımız saklı...Ve halamın bana hediyesi olan ceviz ağacından yapılmış, ruhun inceliğini ve güzelliğini yansıtan, zarif el oyması, antika konsol ve sandalyeler... Oymalarda; çocukluğum ve çocukluğumun incecik sevgi dolu el izleri ve kokuları... Vazgeçemem.
O ev, şimdi daha da güzel oldu. Güzel bir insan eli değdi, yüreğindeki binbir meşakatle. Döşenen seramikler, yapılan pencereler, yerleştirilen huzurlu renkler ve ılık bir badana.
Bahar güneşinde; duvarlardaki yansımaları yakalayıp onlarla dansettin mi Lucky, ben yokken? Ya o tertemiz doğa uyumu, yattığın yerden seyrettiğin o canım ağaçlar. Ya o, yılların güzelleştirdiği palamut meşesi. Onunla hiç konuştun mu? Nasılda kollarını açarak, sımsıkı basıyor yere; güç yaşanır, sorumluluk alınır, sevgi yayılır ve güzellik paylaşılır dercesine... Büyüttüğüm çınarla birlikte, yanı başımda olması huzur veriyor bana.

Öteki palamut meşesi, tek başına babamın arsasında. Yaşıyor...


Dost Dediğin
Birden bire içim ısındı. Nasıl yumuşak, huzur verici, sarıp sarmalayıcı bir sözdür dost ve dostluk...Dur durak tanımaksızın ardından koştuğum bu kavramdır, beni ben yapan.
Olmuş olanlar, oldu sandıklarım, olmaya çalışanlar, bildiklerim, yaklaştıklarım, olacaklar ve kalanlar....
Yarı yol diye birşey vardır Lucky; ya kalırsın, ya bırakırlar, ya da huzurla tamamlarsın.
İşte sen ve ben arasındaki dostluk bunu çok güzel anlatır. Ben yarı yolda bakkala girerim, sen başka çapkınlık peşinde farketmezsin. Bakarsın ki, ben yokum; bakkal, kasap, manav, uğradığım tüm yerleri dolaşırsın. O soran gözlerle, arka patiler oturmuş, ön patiler ayakta, kulakların havada sesimi duymaya, burnunla kokuma ulaşmaya çalışarak beklersin. İnanılmaz güzel bir sfenks duruşun var Lucky, yüzümde hoş bir gülümseme, içimde ince bir sızı, hayranlıkla bakarım sana. Sağı-solu tarayan bakışlarınla, saklambaç oyunundaki ebe gibi bulursun beni. Sonra şen, mutlu tamamlarız yolumuzu. Yanımdasın.
Sen, çocukları ve dişi köpekleri görünce; - iç güdüsel duygudur bu, çok doğaldır- yoldan geçen arabalar vız gelir sana. Ölmekmiş, sakat kalmakmış kimin umurunda, atarsın kendini sokaklara. Ben de seni sabırla bekler; sadakatimle, incitmeden, küçük düşürmeden, bazen gözleri yaşlı, özenle alır, tamamlarız yolumuzu. Yanındayım.
Dostluğun egoizmi olur mu sence, olmalı mı! ‘’Duygularımı, yaşamımı, zamanımı ben ayarlarım, sen bana uyarsın’’ demek ne kadar doğru? Hassas dönemlerin zaman ayarı ve özrü olmaz Lucky, sen dost yanında olmalısın.
Oturmamış, oturtmaya, varolmaya, senin güzelliklerini çalmaya, yaşam meydanında kendine yer açmaya çalışan kişilikler; senden aldığını sana satar. Hasetliği ve düşüncesizliği ile içini acıtır. Senin adına her konuda ahkam keser.
Ya ihanetler?
Sıradanları; geri dönüşümleri olmayan -döndürülse bile ruha hiçbir yararı dokunmayacak- çöp kutularına bıraktım.
Mahmutpaşa usulü; yerlere düşmüş davranışlara, çığırtkan yaklaşımlara, tüketilmiş zamanlara uğramıyorum artık.
Önemli olan sayının çokluğu değil, niteliğinin düzgünlüğüdür. Yıllarca yanılmışım ama çok şeyde öğredim.
Bir İngiliz atasözü güzel anlatır; ‘’Bir dostun varsa mutlusun, ikincisi varsa çok mutlusun, üçüncüsü varsa, şapkanı koy ve düşün, HATA SENDEDİR’’.
İyiki varsınız sevgili dostlarım bir ve iki...
Artık tertemiz çarşaflar ve odam, nadide çiçekler içinde.

Evlilik
Ön tekerlek nereye giderse, arka tekerlekte oraya gidermiş. Doğru. Bak sen de evde kaldın.
Çirkin misin, değil, soyunun en yakışıklısısın ve asilsin.. Ahlaksız mısın, değil. Maddi durum mu, yoo samanlık seyran. İyi aile terbiyesi... aldın. Çok güzel hobilerin var. Sporu çok seviyorsun. Müzik zevkine diyecek bir şey yok. İyi bir baba ve iyi bir eş olursun. İnsan ve cinslerinle diyaloglar çok güzel.
O zaman neden evlenmiyorsun? Ona verilecek cevabın çok değil mi Lucky?


Ölümün Yüzü
Senin güzel bakan ve benim güzel baktığım sevgi dolu gözlerle uğurlamak isterim seni. İpek ipek yumuşacık. Hiç korkma!
Şimdi sen, beni bırakıp gitmeye kararlı mısın Lucky?
Sekiz senedir yazmak istemediğim duygularımı, tekrar kaleme almam senin gidişine mi rastlayacaktı. Halbuki, tüm gidişleri toplayıp, rengi solmuş cümlelerimle her birine tek tek düğüm atmıştım.
Senin o güzel bedenine iğneler, serumlar yakışmadı be lucky, ya o güzel profilin? Kuyruğun hala sevgi dolu, ya o çocuk seslerine ve seni sevenlere duyarlılığın? Sen hala çok güzelsin Lucky çok...
Sevgini, dostluğunu, güzelliğini oya gibi yaşamıma ne güzel nakşettin...

Sen ve benimle ilgili ne güzel hayallerim vardı. Köye yerleşecektik, dört ayaklı bir sürü arkadaşımız olacaktı. Dostluğu, arkadaşlığı tertemiz doğada senin gibi tertemiz varlıklarla yaşayacaktık.
Ekmek peşinde koşmaktan, sevdiklerimin hiçbirine uzun süreli ayıramadığım zamanları sana ayıracaktım. Rengarenk toplarla oynayacaktık.
Sana araba kullanmasını öğretecektim. Senin güzel yüreğin ve bakışlarınla ne çok şey anlatacaktım dostlarıma...Belki ‘’Platero ile Ben’’ gibi güzel bir kitap oluşturacaktık.
Gitme Lucky, geri dön...


Mistisizm

Vatan

Araba

Doğa


Favorilerinize ekleyinAnasayfaya dönPaylaşın
cosmoturk önerisi
GÜNLÜK FALINIZ
HAVA DURUMU
Anket
Aşk mı, Para mı?
Aşk
Para
>