>

KÖŞE YAZILARI | ADİL GÜRPINAR

Vazgeçilmez olan...

"Dışarıda hava karanlık gibi, daha tam aydınlanmamış ortalık. Kabarık beyaz yorganımla sarmaş dolaş olmuşum." Adil Gürpınar`ın yeni yazısı...
 
   
 
 
     

VAZGEÇİLMEZ OLAN

Saat 06:00. Günlerden Pazar. Yastığımın hemen yanı başında duran radyolu saatimin alarmı çalıyor. Ciddi bir kadın sesi, sanki bütün gece hiç uyumamış gibi dinç bir sesle “Günaydın! Saat altı. Bugün yirmidört Ocak Pazar. Şimdi haberleri veriyoruz. İstanbul’ da bu gece meydana gelen zincirleme trafik kazasında…” derken, yarım yumalak açılmış gözlerimle saatin durduğu yere bakmadan kolumu uzatıp, elimin ucuyla beni çılgına çeviren bu sesi bıçak gibi kesiyorum. Ardından odama bir sessizlik hakim oluyor. Dışarıda hava karanlık gibi, daha tam aydınlanmamış ortalık. Kabarık beyaz yorganımla sarmaş dolaş olmuşum. Kurtulmak biraz zaman alıyor. Hafifçe kalkmaya çalışıyorum. Esner vaziyetlerdeyim. İki kişilik kocaman sıcacık bir yatağım ve dört tane puf yastığımdan ayrılmak bana zor geliyor.

Saat 06:10. Kendime gelmem gerek. Üzerimde sadece siyah renkli boxer’ ım var. Geceleri başka türlü yatamam. Vücudumda beni bunaltacak, kalınlık yapan başka bir giysi olmamalı. Terlik giyme alışkanlığım da yok. Çıplak ayak, pencere kenarına gidiyorum. Bir numaraya vurdurduğum dazlak saçlarımı kaşıyorum esnemeye devam ederken. O da nesi? Her yer kar! Bembeyaz olmuş ortalık. Eminim ki dışarısı buz. Ama öyle bulutlar var ki gökyüzünde sanki yağmur da kara nispet yaparcasına yağmaya hazırlanıyor. Ne tuhaf…

Banyodayım şimdi. Cuma gününden kalma kirli sakallarım bugün de benimle. Tıraş olamam bugün. Çünkü hafta sonları böyle seviliyorum. Hemen bir duş, ardından giyineceğim. Geç kalmamam lazım. Duş en fazla on dakikamı alır. On dakikada da giyinsem altı buçukta hazırım. Hiçbir zaman sıcak suyla yıkanamamışımdır. Ilık su kaslarımı rahatlatır. Bir cins huyum daha var. Duşun altında kulaklarımı kapatır, tepemden ince ince tazyikle akan suyun beynime iğne gibi vuruşunu dinlerim. Sanki içten gelen bir sestir o. Ve masaj yapıyormuşçasına mutlu eder beni.
Duş sonrası odamdayım yine. Giyinmek için gardırobumun iki kapağını da açıyorum. Her şeyin kim için olduğu zaten belli. Güzel olmalı üstüm başım. Siyah takım elbisem gözüme çarpıyor. Hımmm siyah olan tercihimdir bu sabah. Soluk beyaz gömleğimi de giyersem siyah takımın içinde pamuk gibi sırıtmaz. Nerede benim güzel kol düğmelerim? Evet gümüş kaplamalı siyah taşlı kol düğmelerim. Ve siyah kıravatımı da bağladım mı tamamdır. Hemen mutfağa sadece dolaptan soğuk bir bardak portakal suyu için…

En sevdiği parfümü de sıktım mı evet hazırım artık. Siyah deri ayakkabılarım tertemiz. Otomobilimin anahtarı holdeki ayakkabılığın üzerinde. Kaptığım gibi dışarıdayım işte. Artık gitme vakti. Dışarıda karın verdiği kırık bir hava varmış. Soğukla sakin arası. Herkes yatağında bu saatte. Tüm sokaklar, ağaçlar bembeyaz olmuş. Bir tek karşı apartmanın altındaki bakkal dükkanının sahibi gelmiş. El sallıyor bana. “Günaydın sana da! Kolay gelsin!”

Aracımın kapısını açıyorum. Spor otomobilim güçlü bir motor sesiyle çalışıyor sabahın bu sessizliğinde. Neyse ki yollar açık, geç kalmadan gidebileceğim. Bomboş İstanbul caddelerinde otomobil kullanmak ne de güzel. On beş dakikada buluşma noktasına yaklaştım bile. İki üç dakika sonra aracımı park etmiş olurum. Hafif bir müzik açtım, sabahları iyi gidiyor. Hem de hayatımın en güzel anlarını hatırlayıp, tazeliyorum bu sayede. Hafiften karla karışık bir yağmur bastırıyor. Aracımın kapı cebinde ufak bir şemsiyem var, problem olmaz. Palto giymeme de gerek yok. Cam silecekleri bir aşağı bir yukarı, park ettim bile.

Sağ koltukta hazır bekleyen çiçeklerim elimde aracımdan inip, şemsiyemi açıyorum, gitarın sesi hala kulaklarımda. Uzun selvi ağaçlı yolda yürümeye başlıyorum. Dedim ya, bugün ne güzel, her yer saflık örtüsüne bürünmüş, günahsız bir İstanbul sabahının havasını soluyorum ciğerlerimde. Ne kadar huzurlu ve sakin bir yerdeyim. Onun burada, bana bu kadar yakın olmasından mutluluk duyuyorum. Yaklaşık otuz metre yürüdükten sonra buluşma noktasına varmak için sağa dönüyorum ve işte sana geldim bugünün tüm güzelliklerini yanıma alarak. Bembeyaz olmuşsun güzel kadın beni beklemekten. Sana bugün, seni daima andığım için bir tane karanfil ve seni daima sevdiğim için bir tane kırmızı gül getirdim. Bugün 24 Ocak. Beni geride bırakıp, gidişinin üçüncü yıldönümü.
Hala bana “Neden geliyorsun? Hayata devam et.” diyorsun, emin ol duyuyorum seni. Rüyalarıma girip, seni sevdiğime sonsuza kadar inandığını söylüyorsun. Ama artık sana sarılamayacağımı, artık elinden tutup en neşeli günleri birlikte yaşayamayacağımızı söylüyorsun. Biliyorum ben hep bunları. Ama kimse yok ki senin gibi, aramızda aşk olsun, saf bir ruhu olsun, hayatını ortak kılsın, güzelliğine doyum olmasın, üzerime kol kanat gersin.

Ellerim tutmuyor, açılan avuçlarımdan yavaşça kayan bir şemsiye… Islanıyor elbisem. Bak kar bile sulandı yağmur misali akan gözyaşlarıma senin elin gibi dokunuyor. Keşke her kadın senin gibi bir kar tanesi olsa…

“Aşk, bizim için vazgeçilmez olandır.”

Adil Gürpınar
adilg@windowslive.com



 


ADİL GÜRPINAR
YAZARA E-POSTA GÖNDER

 

Diğer yazıları liste halinde görmek için tıklayın >

Favorilerinize ekleyinAnasayfaya dönPaylaşın
cosmoturk önerisi
GÜNLÜK FALINIZ
HAVA DURUMU
Anket
Aşk mı, Para mı?
Aşk
Para
>