>

KÖŞE YAZILARI | ÇİSEM SOYLU

Akıllı Beni Bulmaz, Deli Dibimden Ayrılmaz

Bende kesinlikle DELİ MIKNATISI var. (Çisem Soylu)
 
   
 
 
     

Birçoğumuzun sıkça, taa içimizden gelerek kullandığı bir deyim olabilir ama ben cidden hayatmın neredeyse her anında yaşıyorum bunu, özellikle de yolculuklarda. Uzun yola gitmişim, otobüslere binmişim, ya da evden işe, işten gezmelere gitmişim hiç önemli değil. Bir ulaşım aracını kullandığımda istisnasız bir şekilde olaylı bir yolculuk geçiriyorum. Bu tecrübelerden sonra vardığım mutlak sonuç ise; bende kesinlikle DELİ MIKNATISI var.

Bir dönem Bebek’te çalışırken günümün yaklaşık 3-3.5 saati yolda geçiyordu; evden Taksim’e, Taksim’den Bebek’e gidip gelirken bolca anı biriktirdim tabi yollarda. O zamanlar baharın en tatlı zamanlarıydı, Nisan ayının başlangıcında sabah hafif üşüten öğlenleriyse kavuran bir güneş çevreliyordu her yanı. İşte o ılık mı ılık, hatta sıcak mı sıcak günlerden birinde otobüste yanıma bir adam oturdu. Sabah saatlerinde güne dair enerji topladığımdan etraftaki gürültüyü dinlemek yerine müzik dinlemeyi tercih ediyorum ama bir an kulaklığımdan gelen müziği bastıran bir ses duydun; “dırım dırım dırım, ğınnn ğınnnn ğınnnnn, aaaaaah aaaah, ooooof ooooofff, amaaaaaan aman, dırım dırın dırın dırım dırııığğğğğğn” biraz dikkatli dinlediğimde sesin yanımdaki adamdan geldiğini fark ettim. Adam o sıcakta uzun kışlık bir pardesü giymiş, uzuuun boylu, güneş gözlüklü hafif kavruk ama sarışın bir adam. Dönüp yüzüne bir baktım ve yüzümdeki ifadenin farkındaydım. Ne zaman şaşırsam aynı ifade oluşur yüzümde, karşımdaki de gayet net bir şekilde anlar şaşkınlığımı. Kaldı ki her zaman duygularımı yüzümle de ifade etmeyi severim. Adam gülümsedi, devam etti “dırım dırım dırım, ğınnn ğııııııın, dırım dırım dırın dırın dırııııııın” solosuna . Güldüm, delidir ne yapsa yeridir dedim geçtim. Nereden bileyim bu kadarla bitmeyeceğini... Ertesi günden itibaren yaklaşık 10-15 gün boyunca her sabah Taksim’den Arnavutköy’e kadar bu adamın solosunu dinledim. Bu solonun dışında çıkardığı tek ses; Rusça yaptığı telefon görüşmeleriydi. Bunlar sonucunda da karar verdim ki; bu adam türk insanının bitmek tükenmek bilmeyen! Sabrını sınamak üzere gönderilmiş bir rus ajanıydı!

***

Herkes bilir, metrobüs yolculuğu günün hangi saatinde olursa olsun bir işkencedir. İnsanlar kendilerini kapıların açılmasının beklendiği noktalara sabitler, araç yanaşır, insanlar o bir basamak yükseklikteki yerden aşağı iner, kapıya dayanır, haldır huldur içeriye dalar. Oturacak yer bulamayanlar tekrar kapılara hizalanır, arkadan gelenler araca binip ayakta da olsa yolculuk yapmak için binbir sinir harbi içinde söylene söylene kapıya varırlar. Bir gece saat 23.00 civarında Söğütlüçeşme’den metrobüse bindim. Tabi o zamanlar 34A – 34Z gazabına maruz kalmamışız, ilk duraktan binip son durağa kadar gidebiliyoruz, bende keyifli bir şekilde aktarma yapmadan ortalarda bir yerlerde inip evime gidiyorum / gidiyordum... Kapının hemen dibinde düz gideceğim, rahatça inebileceğim, kırmızı düğmeye yakın, cam kenarı bildiğiniz first class bir koltuk bulup kurulmuştum diye birşey kendini yanıma bırakıverdi. Döndüğümde kıvırcık saçlı bir bayanın yanıma çöktüğünü gördüm. Gri – sarı saçlarıyla oldukça orjinal göründüğünü itiraf etmeliyim. Sürdüğü ruj muhtemelen 1960’larin modasından kalmaydı, filmlerden biliyorum. Üzerindeki kürkü ve ilginç pabuçlarıyla merak uyandırmadı desem yalan olur. Bir taraftan müzik dinleyip bir taraftan da bakalm ne çıkacak diyordum ki iç sesimden çıkan cümlenin bitmesiyle omzuma birinin dokunması bir oldu. Döndüm, benim orjinal teyze;

- Pardon bakar mısınız?

- Efendim ( Gülümsedim ama!)

- Sizce ben kaç yaşındayım

- Haydaaaaa ( iç ses )

- Yaniiiiii, kaç gösteriyorum?

- Immmm, şeyyyy, 40 küsür! ( Kadına açık açık en az 55’in var diyemem ya!)

- Gerçekten miiiiiii?

- Tabi canım, daha mı fazlasınız yoksa?

- Ay iyi ki sormuşum size, moralim yerine geldi, çok teşekkür ederim.

Yüzümde ne söyleyeceğimi bilemediğim bir gülümsemeyle kadını seyrediyorum, belli ki konuşmak istiyor. Yüzümdeki “Haydi anlat” bakışını fark etmiş olacak ki dökülüverdi;

- Bir adam var, birbirimizi seviyoruz ama biraz yaş farkı var. Ben 54 yaşındayım o ise 40’larının başında. Beni çok seviyor ve evlenmek istiyor. Daha önce hiç evlenmemiş.

- Evlenin o zaman...

- Öyle kolay değil, ailesi istemiyor. Tanıştırdı beni, annesi pek birşey demedi ama babası “Ben oğluma genç kız alacağım” diyor başka da birşey demiyor.

- Anneden girin o halde olaya, o babayı bir şekilde ikna eder. Önemli olan sizin oğlunu seviyor olmanız. Hem o babaya ne demeli ne demekmiş “Oğluma genç kız alıcaaaam?!” Zihniyete bak sen, bence izin vermezlerse kaçın! ( Bu yorumumdan sonra deli hangimiz diye düşünmeden edemedim )

- Ay bende bilemedim ki, oğlan pek genç, acaba sorun olur mu aramızda?

- Yahu ne sorun olacak, akışına bırakın, mutlu olmaya bakın. ( Belli ki beklediği yorum buydu, o mutlu ben mutlu ayrıldık durağıma geldiğimde )

***

Yine bir akşam eve dönerken arkadaşlarla kendi aramızda her zamanki tatlı, heyecanlı ve keyifli sohbetimize kaptırmıştık… Çoğunluk Beşiktaş’ta ineceğinden artık veda vakti yaklaşmak üzereydi.

Her zaman yaşanan durum boşalan koltukların yerine geçmek isteyen insanların delice izdihamı!
Her defasında ezilme tehlikesi geçiriyorum bu hiçte minicik olmayan halimle… Adamın biri inerken, bir anda arkasını dönüp üzerime yürüyerek; ‘Ne söyleniyorsun kendi kendine be!‘ diye, bağırmasın mı! Bense her durumda kendimi savunabilen üstelik karşımdakini konuştuğuna konuşacağına pişman edebilen biri olmama rağmen; o an susup kaldım, kilitlendim adeta… Üfleyip püflesem bile razıydım bu tepkiye… Fakat; sesimi çıkartmadığım halde delinin söylediğine bakın!

***

En son Pazar günü Beyoğlu’nda kızlarla buluşmak üzere sözleştik. Ben yine söylenen, itişen, kakışan insanların arasında otobüse bindim, yola koyuldum. Anne, baba ve kızları olduğunu tahmin ettiğim bir grup yanı başıma dikiliverdi. Kadın sanki çantasını taşımak zorundaymışım gibi üzerime dayayıp kızıyla muhabbete koyulurken adam tam karşıma oturdu. Çantaya razı hale geleceğimi nereden bilebilirdim ki? Adam yol boyunca bir bana, bir eşine, bir de kızına bak “cık cık cık cıkkkkk!” nidalaryla kulaklarımı bir güzel çınlattı. Kaşıyla gözüyle beni çekirdek ailesine işaret etmesi de cabası! Kızamadım o ayrı, çünkü pis pis değildi hareketleri, şaşkındı yalnızca. Şaşkınlığına bir anlam veremedim o ayrı...

***

Gözlerini yüzünüze dikip sizi bakışlarıyla taciz eden birini gördüğünüzde sizde gözlerinizi yüzüne dikin; genelde utanıp kafalarını çeviriyorlar. Yok utanmayacak kadar arsızlarsa “Ne ayak??!” der gibi bir göz kırpın, o zaman kesin rahatsız olup ilgilerini başka yönlere kaydırıyorlar; tecrübeyle sabit!

Yazımda yer alan sevimli deliler, bir gün denk gelir de okur musunuz bilmem ama iyi ki vardınız. Sayenizde yolculuklarımı hatırlayıp hatırlayıp gülümsüyorum.

Bu kadarla bitmedi elbet, devamı gelecek....


ÇİSEM SOYLU
YAZARA E-POSTA GÖNDER

 

Diğer yazıları liste halinde görmek için tıklayın >

Favorilerinize ekleyinAnasayfaya dönPaylaşın
cosmoturk önerisi
GÜNLÜK FALINIZ
HAVA DURUMU
Anket
Aşk mı, Para mı?
Aşk
Para
>