>

RÖPORTAJ

Medyada Erkek Olgusunun Tabularını Yıkan Haberci

Ahu Özyurt, Ankara’da muhabirlik yaparak başladığı mesleği hakkında konuşmacı olarak katıldığı Marka Konferansı’ndan keyifli bir sohbet ...
 
   
 
 
     

Ahu Özyurt’u biraz yakından tanıyabilir miyiz?

23 yıldır gazetecilik yapıyorum. Mesleğime, Ankara’da muhabirlik yaparak başladım. Show TV, NTV, ATV ve Cnbc-E kanallarında görev aldıktan sonra yaklaşık on küsür yıldır da CNNTurk'te sunuculuk, editörlük gibi görevler yapmaya devam ediyorum.

Haberin merkezindesiniz ve anlık olarak bilgilendirmeyi sağlıyorsunuz. Özel hayatınız ile iş yaşamınızı nasıl dengeliyorsunuz? Sürekli olarak haber hayatınız içinde aslına bakarsanız...

İtiraf edeyim, bu mesleğe ilk başladığımız yıllarda, yani 20’li yaşlarımızın başında pek özel hayatı olmayan bir kuşaktık biz. Şirin Payzın, Cünyet Özdemir, Mirgün Cabas gibi isimler olarak biz, hep aynı kuşağın muhabirleriyiz, hepimiz Ankara’dan yetiştik. Özel hayat yaşamayan insanlardık. Haftanın yedi günü bir telefonla evimizden çıkabilen, geceleri nöbet tutan, krizli yerlere giden, deprem gibi doğal afet haberlerini takip eden, savaş olunca haberi takip eden hayatlarımız vardı. Yaklaşık otuzlu yaşlarımıza kadar bu böyle devam etti. Sonrasında hepimiz kendimize göre bir düzen kurduğumuzda daha verimli olduğumuzu fark ettik. İnsanda bir denge oluştuktan sonra, günlük hayatında, özel hayatında, duygusal hayatında hem daha verimli oluyor hem de daha kendine güvenli oluyor. İş yerinde daha fazla ve düzenli iş yapıyor. Zamanla oturan bir şey... Özellikle bu mesleğe yeni başlayan arkadaşlar onlara tavsiyem, belli bir süre tanısınlar kendilerine. Mesleklerine kendilerini adayabilmeleri için. Bu tıpta da askerlikte de böyledir. Belli bir noktadan sonra kariyerinizde yükselmeniz için özel hayatınızdaki düzen çok önemli bir faktör haline geliyor.

Medyada kadın olgusunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Türk medyası kadın temsilcileri ve muhabirleri ile güçlü bir medya. Ekran önünde ve arkasında, bütün televizyonlarda ve gazetelerde önemli isimler var. Bizim gördüğümüz sıkıntı, gazetelerde köşe yazarı olarak kadın sayısının azalıyor oluşu... Ekranlarda konuşmacı ya da tartışmacı olarak uzman akademisyen sıfatını taşıyan kadınlarımız çok az. Bir de yönetici kadrolarında çalışan kadınların sayısının giderek azaldığını görüyoruz. Bunun dışında, orta ve ortanın üstünde kıran kırana bir rekabet ortamı var. Ama kadınların, bu işin sadece plastik, güzellik ve magazin kısmı olmadığı artık anlaşılsa çok iyi olur. Çünkü, Türkiye için çok kritik dönemlerden geçiyoruz. Kadınların medyada yönetici pozisyonuna gelmesi çok şeyi değiştirir.

Futbolu seven bir kimliğiniz de var. Hiç deneyimleme şansınız oldu mu?


Çok küçük yaştan beri Galatasaray taraftarıydım. Birkaç yıldır, biraz da bu şike soruşturmasından sonra, Türk futbolundan soğudumu itiraf etmeliyim. Eskiden maça da giderdim. Şimdi artık gidemiyorum. Hatta, futbolu bu dönem uzaktan seyretmek daha çok hoşuma gidiyor. Biraz da galiba yaş ilerledikçe kadınlar olarak kendimizi futboldan çekmeye başlıyoruz.

Anchorwoman anlayışı dünya ile kıyasladığınızda sizce Türkiye’de nasıl ilerliyor?

Bizdeki Anchorwoman meslektaşlarımın, Batı'daki mevkidaşlarımdan hiçbir eksiği yok. Hepsi çok başarılı... Tüm kanallardaki ana haber spikerleri olsun, bizim gibi haber kuşaklarındaki arkadaşlarım olsun, hepsini çok başarılı ve ekranlara çok iyi hazırlanmış görüyorum. Benim yöneticilerden ve meslektaşlarımdan ricam; ısrarcı olsunlar ve uzun soluklu gitmeye hazırlansınlar. Bu işin Amerika’da on sene önce kırkın üzerindeki kadınlar tarafından yapılamayacağı iddia ediliyordu. Bugüne geldiğimizde neredeyse altmış yaşını geçmiş çok fazla Anchorwoman görüyoruz ve çok iyi reyting alıyorlar. Yaşlanan kuşak, ekranda güven veren kadın ve erkek görmek istiyor. Erkeklere bu şansı hep verdiler... Sevgili Uğur Dündar, Ali Kırca hiç yaşlanmadı, ekranda hep genç kaldı. Aynı rahatlığın kadınlara da verilmesi gerektiğini düşünüyorum. Meslektaşlarımın çok donanımlı olduğunu görüyorum. Eksiklikleri varsa da çok iyi gözlemliyorlar. Avrupa'daki, Amerika'daki denklerinden hiçbir farkları yok. Yeni başlayanlar var ise, mutlaka ikinci bir dil öğrensinler. Fransa'daki, Amerika'daki mevkidaşlarımız mutlaka ikinci bir dil bilir. Ayrıca mutlaka sahaya çıksınlar. Ben hala haftanın bir ya da iki günü muhabirlik yapmaya devam ediyorum. Ellili, altmışlı yaşlarına kadar yapabilecekleri bir işe hazırlasınlar kendilerini.

Çok uzun yıllardır bu sektörün içerisindesiniz, sizin örnek aldığınız isimler var mı?


Türkçesi anlamında örnek aldığım ve kendisi hocam olan Gülgün Feyman'ı hala takip ederim. Habercilik anlamında, Ali Kırca’nın tarzını ve soğuk kanlılığını hala örnek alırım. Benim ustam rahmetli Ufuk Güldermir idi. Onun haberciliğini örnek alırım. Yurt dışında da Katie Couric, Barbara Walters gibi önemli isimler var. Christiane Amanpour gibi sevdiğimiz ve hala görüştüğümüz birçok dostumuz var. Gorani gibi CNN International’da Backy Anderson gibi mevkidaşlarımız var. Onları izlemeye gayret ediyorum. Ne yapıyorlar, farklı ne öğrenebilirim, diye takip ediyorum.

Uluslararası düzeyde birçok haberde görev aldınız ve birçok önemli olayda habercilik deneyimi yaşadınız. Sizi en çok etkileyen haber hangisiydi?

Çok fazla var ama en son yakın zamanda, Kiev’deki ayaklanmada çok heyecanlanmıştım. Çünkü, bütün uluslararası medya da oradaydı. Yıllar önce Bağdat’ta daha Saddam yaşıyorken birkaç kişilik gazeteci grubu olarak oradaydık. Şirin Payzın, Hüsnü Mahal oradaydı. Yirmi gün kadar hakikaten bombardıman beklediğimiz bir Bağdat’ta yaşadık. Bağdat’ı bombalamadılar ama Basra’yı bombaladılar. O zamanki Bağdat’ı biz biliyoruz ve hatırlıyoruz. Bunlar çok heyecan verici deneyimlerdi. Mesela, Abdullah Öcalan’ın kaçtığı süreç ve Roma’da yakalandığı zaman benim gazeteciliğim açısından çok öğreticiydi. Hayatımdaki dönüm noktalarıdır diyebilirim.

Türkiye’deki medya sektörünün ilerleyişini ve dijitalleşme ile ortak gidişini nasıl değerlendiriyorsunuz? Geleneksel medya ile nasıl bir kıyaslama söz konusu?


Biz dijital medyayı da kendi hayatımız içerisine çok entegre etmeye çalışıyoruz. Şimdi orada şöyle garip bir döneme girdik: İyi haber ile gerçek haber arasında bir sürat farkı var. İyi habercilik için, sabır ve emek gerekiyor. Oysa, bu dijital platformlarda telefonla haber izleme çağında herkes her şeyi hızlı görüyor ve hızlı tepki veriyor. Bizim en büyük açmazımız, önümüzdeki dönemde gerçekten iyi habere talep devam edecek mi, sorusunun cevabını bulmak... Avrupa’nın Moda, Kültür, Teknoloji ve Trend Danışmanı Kinvara Balfour Marka Konferansı’ndaki konuşmasında yüceltilmiş gerçeklik ve gerçek olmayan bir hayattan bahsetti. Bizim mesleğimiz gerçek üzerinedir. Biz buna sadakat gösteriyoruz. Tek sadık olduğumuz şey budur. Bunu da korumaya gayret ediyoruz. Benim sorum önümüzdeki dönemde bunun izleyicisi, alıcısı olacak mı? Gerçekleri olduğu gibi görmek isteyen bir nesil, kuşak, okuyucu, izleyici olacak mı? Dijitalde bizim en büyük açmazımız bu. Doğrulanmayan bilgiler, fotoğraflar, dedikodu, kötüleme gibi durumlar ile iyi amaca hitap etti dediğimiz her şey kötüye çalışmaya başladı. Orada hızlıca kendimizi toplarlamamız gerekiyor.

Video paylaşımlarının çoğalmasının haberciliği nasıl etkileyeceğini düşünüyorsunuz? Geleneksel basın bültenlerinin ve haberciliğin yerini video erişimleri nasıl etkileyecek?

İyi habercilik yapıldığı sürece, 5N1K kuralına sadık kalındığı sürece, videolar bazı şeyleri çok fazla hızlandırabiliyor. Bir kriz anında yetkililer videoyu gördüğünde çok hızlı tepki veriyor ve hızlı karar alıyorlar. Bunun peşini yaptırımlar izliyor. Hata var ise ondan dönülüyor. Bunlar işin iyi tarafları. Ama aynı zamanda bu videoların çarpıtılarak maksadının dışında kullanılması gibi bir risk var. Bana göre mahremiyet alanlarımız bir miktar doğru tanımlanmalı. Medya olarak daha o noktaya gelebilmiş değiliz. Örneğin; instagramı dünya ünlüleri de kullanıyor. Ama bizim ünlülerimiz birazcık daha kendileri için kullanıyorlar. Herkes, her gün kendi fotoğrafını görmek istemez. Herkes, her gün aynaya, saçını taramak ya da dişini fırçalamak için bakar. Ünlülerimizden ricam sosyal medyayı biraz iyilik için kullansınlar. Onların isimlerini zaten biliyoruz ve görüyoruz. Ama birazcık daha bir şeye hizmet etsinler. Bu meselenin bir amacı olsun.

Sosyal medyanın hızlı kullanımı ile herkeste bir habercilik ve anlık paylaşım olgusu oluştu. Sizce bu durum bizi farkındalığı yüksek bir toplum haline mi getirdi, yoksa kolay erişimimiz bizi biraz daha geriye mi götürüyor?

Erişim anlamında doğru yerdeyiz ama millet olarak iki şeyi ayırmamız lazım. Okuyan değil, gören ve seyreden bir milletiz sadece. Onun için izlediği bir şeye ya da gördüğü bir resme anında tepki veren ya da paylaşan bir millet olduk. Doğrulatma ihtiyacını duymaz olduk ya da güvendiğimiz kaynağa bakmaz olduk. Bence, önümüzdeki dönem birazcık daha bizim gibi, Hürriyet gibi kurumların gücünü ispat etmesi için daha çok çalışmak gerekecek. New York Times’ın Trump seçiminden sonra yapması gerektiği gibi... İzleyicinin, vatandaşın güvenini her gün daha çok kazanmamız gerekiyor. Böyle bir sorumluluğumuz var. Çünkü, artık her şey her yerde var. İstediğimiz her şey internette... Ama hangisi doğru, hangisi gerçek, kime faydası var? gibi sorulara her gün yeniden yanıt arayacağız.

Bu yoğun tempoda kendinize nasıl zaman ayırıyorsunuz? Kendinize kalan zamanları nasıl değerlendirmekten hoşlanıyorsunuz?

İşten çıkınca genelde motorla karşıya geçerim. Üsküdar’a taşındık. O tarafta deniz havası almak iyi geliyor. Gün içerisinde yürümek iyi geliyor. Spora vakit ayıramasam bile mutlaka yürüyorum. Annem ve babam Beykoz’da oturuyorlar. Ablamla birlikte onları görmek iyi geliyor. Kediler, köpekler var hayatımızda. Herkesin kendince bir özel hayatı var, duygusal olarak mutlu eden insanlar var. Fırsat buldukça konserler, arkadaşlarla kahvaltılar, seyahatler… Uzun bir süredir yurt dışına gitmiyorum. Yurt dışı seyahatleri her zaman iyi geliyor.

Kariyer olarak çok hırslınız, ancak yapı olarak çok naifsiniz. Bu iki bileşenden oluşan güçlü bir karakter görüyoruz ekranda. Sevilmenizin en önemli sebeplerinden biri olarak bu gösteriliyor. Sektörün içerisinde biraz bu ruhu kaybetmiş isimler olsa da sizin uzun yıllardır bu birleşimi koruyabilmenizin sırrı nedir? Medya sektörü diğer sektörlere göre biraz daha acımasız olabiliyor. Mesleğe yeni başlayacak olanlar için “İyi olan her zaman kazanır” diyebilir miyiz?

Medya sektörü evet çok acımasız. Bizden sonraki kuşak için çok daha fazla acımasız. Biz muhabirlikten, habercilikten gelen bir kuşak olarak önümüz çok kolay açılmadı. Hatta zaman zaman işsiz kaldık. Dönem dönem ekran yasakları ile uğraştık ama iyi bir dost ağı edindik. Benim en baştaki önerim; kuvetli dostluk bağlarının edinilmesi gerektiğidir. Meslektaşlarınız arasında birbirine dayanabilen, sosyal medyadan birbirine güç veren arkadaşlarınız olmalı. Benim en büyük tavsiyem bu. Bizden sonra gelen kuşak çok hızlı görüneyim, çok hızlı yükseleyim istiyor. Bunun bir faydası yok. Çünkü hakikaten orada herkes var artık. Bir günde şöhret olabilirsiniz ama yine bir günde adınız kötüye de çıkabilir. Onun için yaptığınız her işin sonunda evinizde annenizin yüzüne bakabiliyor musunuz onu yargılayın... Benim temel kriterim odur. Ne yapıyorsanız yapın. Eve gittiğinizde ve başınızı yastığa koyduğunuzda rahat uyuyabiliyor musunuz, yaptığınız şeyi annenize babanıza izah edebiliyor musunuz? Bu kriterlere sadık kaldığınız sürece bugün şöhret olursunuz, belki yarın düşersiniz ama sonra hep çıkarsınız. Kendine güvenmek ve her zaman öğrenmeye devam etmek en önemli özellik olmalı.

Son olarak bir süper kahraman olmak isteseniz hangisi olurdunuz?

Bilmiyorum. Wonder Woman karakterini severim. Çocukluktan beri çok severdim. Charlie’nin Melekleri’ni de severdim. Onlar süper kahraman sayılmaz ama… Herhalde Wonder Woman gibi, uçabilen ve insanlara yardım eden bir kahraman olmaktan hoşlanırdım.


Röportaj : Dilara Ertürk

 

Favorilerinize ekleyinAnasayfaya dönPaylaşın
cosmoturk önerisi
GÜNLÜK FALINIZ
HAVA DURUMU
Anket
Aşk mı, Para mı?
Aşk
Para
>